Mübarek topraklara bir defa giden, oranın hasreti içindedir. Tekrar o beldelere gidebilmek için fırsat kollar, yol bulmaya çalışır. Eğer gidemiyorsa, resimlerine bakar veya televizyondan izler… İşin doğrusu dün Kâbe imamı çok yanık okuyordu sureleri, görüntülerde ağlayan gözler vardı. Sonra gözlerim, muhteşem kalabalığın aynı anda topluca hareket etmesine çevrildi. Binler, yüz binler Mescid-i Haram’a dönüp, imamın “Allah’u Ekber!” komutu ile birlikte secde ve rükûda aynı hedefe yöneliyordu. Tabi  bu güç ve yöneliş muhteşem bir hadise, neler yapamazlar ki, ayni birlik devam etse diye düşündüm! Tam o an, Suriye’de ve tüm coğrafyamızda Müslümanların içine düştüğü içler acısı durumu hatırladım. Sonra kendi kendime şu soruyu yönettim: “Şu yaşadığımız zamanda Müslümanların durumunun gidişatı nasıl düzelir? Sonra, Suriye ve Irak’ın karışmasını nasıl değerlendirmek gerek? Bu konuda Kur’an, hadisler ne diyor araştırdım, sonra Risaleyi Nur’lara baktım. Mesela ilk sorunun cevabını nurlarda buldum. Paylaşayım istedim. Üstad derki; Şu yaşadığımız zamanda ümmetin durumu, İslam’ı doğru anlamak, doğru uygulamak ve İttihad-ı İslamın(birlik, vahdet) tahakkuk etmesiyle düzelebilir.   İŞTE REÇETE Bu konuyu birkaç defa yazmıştım. “Asıl düşmanlarımız bizim kendi içimizdedir, onlarla savaşmak farz-ı ayındır: “Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı; san'at, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.” (Divan-ı Harb-i Örfi, 15) Geleceği bir barış havzasına çevirmek için, özellikle Müslümanların tahkiki imanı elde etmeleri ve bu imanla Allah’ın rızasını gaye edinmeli, hakkın hatırını her türlü hatırların üstünde tutmaları, ahireti kazanma hedefine kilitlenmeleri ve takva dairesinde hareket meleri gerekir. Zira, istikbalin tamir ve inşası bozguncu ve tahribatçı olan ahlaksızların işi olamaz. Önce Müslümanlar fert fert adam gibi adam olacaklar. Bunun en kısa yolu, bu asırda Kitap ve sünnetle birlikte, bu kutsi kaynaklara sarılmak icap ediyor. Ancak, İslam ahlakını yaşayanlar geleceği inşa edebilirler.   KÖTÜLÜKLE MÜCADELE ŞART Yine bir dostum anlatıyor, yanında çalıştırdığı tezgahtarlardan bahsederken, “Bu güne kadar kasayı kime güvendimse, kardeşim dahil emaneti sahiplenemediler, şimdiki arkadaş da çalıyor ama en az çalan bu olduğu için, bununla yola devam ediyorum” demiş. Ne kadar düşündürücü değil mi? Oysa Müslüman toplumlar güven üzerine kuruludur. Birbirimize canımızı ve malımızı güvenmemiz gerekiyor, emir ve hüküm bu. Şimdi seküler ahlakın ortaya koyduğu ahlaksızlığa yapılan bir vurgu daha yapalım. Yine Nurlardan; “Hem de yirmi seneden beri tahribkâr eşedd-i zulüm altında o derece ahlâk bozulmuş, o derece metanet ve sadakat kaybolmuş ki; ondan belki yirmiden birisine itimad edilmez. Bu acib hâlâta karşı, çok fevkalâde sebat ve metanet ve hamiyet-i İslâmiye lâzımdır; yoksa (İslam adına yapılan hareketler)akîm kalır, zarar verir.” (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 50)   ÜMİT VARIZ Bediüzzaman hazretleri bundan bir asır önce İstikbalde İslam’ın hâkim olacağını bildirmiş ve bu davanın sosyolojik delillerini ortaya koymuştur. Bu konuyu oradan okuyabilirisiniz. Aşağıda bir paragrafı numune olarak yazıyoruz: “Ey Câmi-i Emevî'deki kardeşlerim ve yarım asır sonraki Âlem-i İslâm Câmiindeki ihvanlarım! Acaba baştan buraya kadar olan mukaddemeler netice vermiyor mu ki; istikbalin kıt'alarında hakikî ve manevî hâkim olacak ve beşeri, dünyevî ve uhrevî saadete sevkedecek yalnız İslâmiyettir ve İslâmiyete inkılab etmiş ve hurafattan ve tahrifattan sıyrılacak İsevîlerin hakikî dinidir ki Kur'an'a tâbi olur, ittifak eder.” (Hutbe-i Şamiye, 32) Evet, Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra bütün İslam aleminde çok sıkıntılar yaşandı. Asr-ı saadete benzer bir dönem; İnsanların yeniden dine döndüğü, dinsizliğin çöktüğü, ahlaksızlığın iflas ettiği, dindarlık, dürüstlük, ilim ve sırat-ı müstakim yolunun açıldığı bir devir olarak gerçekleşeceğine ümidimiz tamdır. “Ümidvar olunuz, şu istikbal inkılabı içinde en yüksek gür sada, İslâm'ın sadâsı olacaktır!" (Tarihçe-i Hayat, 133) Ümit varız, kalın sağlıcakla.