BİR ŞAİRİN HİKÂYESİ
Mustafa Kök
-V-
Türk Dünyasına Ağıtların Şairi
Nihayet Ali Akbaş mesleğini alıp kendi memleketine, Elbistan’a Edebiyat öğretmeni olarak atanır. Ben 1971 Mart’ında askerden geldiğimde bir dönem önce başlamıştı. Ben de atama beklerken ücretli derslere girdim, Dadaş Feridun Narin’i, Yılmaz Terzi’yi ve diğer birçok arkadaşı orada tanıdım.
Kötü günlerdi, anarşi okullara yayılmak isteniyordu. Öğretmenler kamplara bölünmüştü. Polis yüzlü adamlar idareci yapılıyordu.
Nihayet ben 1972 Ocağında ayrıldıktan bir müddet sonra (o zaman artık “ülkücü” diye anılan”) Ali Akbaş ve bütün arkadaşlarını mecburi tayine tâbi tuttular (o zamanki adı sürgün). Hoca şanslı sayılırdı, güzel Karadeniz bölgesine, Rize Çayeli’ne gitti. Orada da öyle sevdirdi ki kendini, talebeleri hâlâ ararlar. Sonra Ankara Eğitim Enstitüsü hocalığı ve idarecilikler, derken FRTM dönemi ve bayram Bilge (Tokel) ile tanışmalar ve Hacettepe’de hocalık ile 25 yılı tamamlayıp emekli oldu Ali Akbaş.
Ama o, şairlikten, okuma-yazmadan hiç emekli olmadı şükür. “Oyunskiy Sagusu”ndan “Aral’a Ağıt”a kadar, Türk dünyasının acılarını dile getirdi hep. Oyunskiy’i okuyunca dedim ki, “Ali Hoca, bir Saha Türk’ünün ağıtını bir Anadolu Türk’ünün böylesine yazması için, ancak Ali Akbaş olması gerekir herhâlde. Aşk olsun sana!...” Son bölüm şöyle, biliyorsunuz:
“Ve bir ak saçlı ozan dedi ki:
Sanmayın ki çürüyüp
Toprak oldu Oyunskiy
Ormanda kayınlara
Yaprak oldu Oyunskiy
Ozanların dilinde
Kopuzların telinde
Ve erkinlik yolunda
Bayrak oldu Oyunskiy
Giden sırayı savar
Ruhu göklere ağar
Her gün yeniden doğar
Şafak oldu Oyunskiy
Ahı tutar onları
Acı olur sonları
Unutulur sanları
Adak oldu Oyunskiy
Adak oldu Oyunskiy (Erenler Divanında-s.38)
Evet, o zalimlerin sonları acı oldu, sanları unutuldu, çünkü kendi milletleri bile lânet okuyorlar. Stalin malûm, “bir insanın ölümü dramatiktir, yüz bin insanın ölümü ise, sadece istatistik konusudur” diyordu. Oysa Platon Oyunskiy, verdiği eserlerinde ve Ali Akbaş’ın ağıtında yaşıyor, yaşayacak.
Ali Akbaş Anadolu Türklüğünün genç ve büyük âlimi “Erol Güngör’e de bir ağıt yakmıştır ki, nefistir. Onun genç ölümüne hepimiz çok çok yanmıştık. Akbaş gönlümüze tercüman oldu. Birkaç mısraı şöyle:
“Bir âlimin ölümü”
“Bir âlemin ölümü”
Dalımda gül kalmadı
Bu esen sam yeli mi?
Mahzun vatan ağlasın
Ebri nisan ağlasın
Âlimdi ehli dildi
Çağda ilme kefildi
Öksüz kaldı bir nesil
Sade bizim değildi
Cümle cihan ağlasın
Ebri nisan ağlasın (Turna Göçü-s.65 vd.)
Malûm, “ebri nisan”, bulutlu-yağmurlu Nisan ayı demek. Çünkü 23 Nisan 1983’te rahmetli olmuştu. Mekânı cennettir inşallah!...
Ve Ali Akbaş’ın, ölümü tarifi de hârika!... Onu bir “şeb-i yeldâ”, bir uzun gece olarak tanımlıyor. O şiirden iki dörtlük analım:
“Bizden ölümü sorarlar
Dostlara vedadır ölüm
Sorarlar bizi yorarlar
Bir sırr-ı Hüdâdır ölüm
……………………………
Viran bahçe solgun çiçek
Güneş buluta girecek
Ta haşre kadar sürecek
Bir şeb-i yeldâdır ölüm” (Turna Göçü-s.81 vd.)
(devam edecek)