Merhaba değerli dostlar.
“Beterin beteri var” diye güzel bir atasözümüz var. Hepimiz biliriz. Dünya ne çaresizlikleri gördü son yüz yılda. İki tane dünya savaşı sonunda sayısı tam bilinmeyen ancak yüz milyona yakın insan hayatını kaybetti. Ardından dünya iki kutuplu hale geldi ve önce atom bombası akabinde nükleer silahlar tüm dünyayı tehdit eder oldu.
Ancak hiç birisinde dünya bu kadar korku ve panik haline gelmemişti. İnsanlar yapay zekadan, her işi yapacak robotlardan bahsederken, ve bu gelinen nokta da bir yaratıcının olmadığı güçlü bir şekilde iddia edilirken, bakın şu Allah’ın işine bir virüs’le baş edemeyip çaresizce başları iki elleri arasında ne yapacaklarını bilmez bir halde sessizliğe gömüldüler.
İzlemişsinizdir, gemi ile yolculuk ederken fırtına sonucu gemi batar ve yolculardan bazıları son bir gayretle kendini bir filikaya atar. Günlerce okyanusta dalgalarla, açlıkla, susuzlukla mücadele eder. Yorgun, aç ve susuz bedeni artık dayanamaz hale gelip sızdığı ve ölümü beklemeye başladığı bir anda ya bir kıyıya vurur bedeni ya da bir gemi görür ve kurtulur.
Şu anda da dünyanın hali az çok böyle. Dünya’nın şu an ki hali geminin dalgalarla mücadele anı gibi. Henüz gemi batmadı, ama kimse tam olarak ne olacağını, bu işin nereye gideceğini bilmiyor.
Bu durumun kısa sürede normale döneceğini kimse beklemiyor. Dünyanın bugün geldiği nokta itibarıyla buradan nerelere gideceğinin bir hesabı da yok gibi. Yakın zamanda üretim çarkları yavaşlayacak, belki bazı sektörlerde durma noktasına gelecek.
Bu sürece adaptasyon öyle kolay olmayacak. Belki de hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak, ya da olamayacak. İş ve üretim hayatı, aile hayatı, dini hayat, dünya da yaşanan savaşlar, terörizm, eğitim, şehir ve metropollerde yaşamla ilgili bildiğimiz tüm kurallar yerle bir olacak, virüs dünyayı ve insanları yeni baştan tanzim edecek, bir düzene ve nizama sokacak. Dünyayı küçük bir köy haline getiren insanlık belki de bu düşüncesinden vazgeçip çok daha az hareket eder hale gelecek.
Aslında bu virüs saldığı korkuya paralel olarak çok fazla can kaybına neden olmuyor. İnsanlar olandan değil olabilecek olandan, ya da kendi hayalinde düşündüğü şeylerden korkuyor aslında. Halbuki “Korkunun ecele faydası yoktur” sözünü ne çok kullanırız.
Aramızda ki sohbetlerde biz Müslümanlar “ Kişi Allah’tan korkar, Allah’tan korkan ise başka hiçbir şeyden hele hele ölümden asla korkmaz “ diye söylenir dururuz.
Dünyanın ve özellikle biz Allah’a ve Ahiret gününe iman ettik diyen Müslümanların bu durumdan ibret alıp, şu evlere kapandığımız günlerde biraz tefekkür edip Rahman’ın gücü karşısında acziyetimizin farkına varmamız yapılacak ilk ve en doğru hareket olur elbet.
En doğrusunu Allah bilir elbet, ancak belki de Rabbimiz tıpkı Yunus a.s ‘ın kavmine yaptığını tüm insanlığa yeniden hatırlatmak ve insanlığın yeniden hep birlikte tövbe etmesini istiyor olabilir. Yunus a.s. kavmini uzun süre iman etmeye davet etmiş ancak bunda başarılı olamayınca aralarından ayrılmak istemişti. Yüce Mevla ona kırk gün daha onlarla birlikte kalmasını ve çağrısına devam etmesini istemişti. Yunus a.s. 37. Günde kavmini terk edip bir gemiye bindi. Yunus a.s ayrılmasından sonra azap alametleri belirdi. İnsanlar Yunus a.s. söylediklerinin ortaya çıkması üzerine korkuya kapılıp topluca tövbe etmeye yöneldiler. Üç gün süren bu hal tövbeleri çokça kabul eden Allah’ın affıyla son buldu.
Yunus a.s’ gelince Rabbinin iznini beklemeden kavmini terk ettiği için bir süre bir balığın karnında yaşadı ve orada Rabbine şöyle dua etti.
“Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minezzâlimîn (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum.” (Enbiya sûresi 87)”
Başta devlet adamlarımız, ilim ehli, zenginler olmak üzere bizlere düşen bu dua ile rabbimize iltica etmek olmalı.
Kalın sağlıcakla.