Kahramanmaraş Türk Ocağının konuşmacı olarak ilimizde misafir ettiği Doç. Dr. Ramazan Kurtoğlu’nun, dünyayı idare eden para babaları, derin devletlerin oyunları, ülkemizin insanının yapması gerekenler ile ilgili konferansından aldığım notları dünkü yazımda ele almıştım. Kurtoğlu’nun Araplarla aramızın açılmasına sebep olan Lawrance’den bahsederken, Meryem Cemile isimli bir hanımdan bahsetmesi dikkatimi çekti. Şöyle bir araştırdım, her ikisinin hayatı bir yerde kesişiyor ve ortak noktaları var… Bilirsiniz, Birinci Dünya Savaşını kaybettik bundan dolayı, halk arasında ‘Araplar bizi arkadan vurdu!” tespiti vardır. Thomas Edvard Lawrence, duymuşsunuzdur doğu lisanlarını şive farklarına kadar kusursuz öğrenen, ve bahsettiğim savaş başladığı zaman da, Filistin’de görevlendirilen isimdir kendisi. Daha sonra Mısır’daki ordunun istihbarat şubesine tayin edilmiştir. İşte Lawrence bu tayinden sonra, dünya çapındaki şöhretine erişecek faaliyetlerde bulunmuştur. O, beyaz bornoz ve abbasesi ile bir
Arap şeyhi kılığına girmiş, heybesinin gözlerini çil çil İngiliz altınlarıyla doldurarak bitip tükenmeyen kum çöllerinde maceraya atılmıştır.
ŞERİF HÜSEYİN İLE EL ELE Konu uzun, Osmanlı toprakları parçalanmak üzeredir. 1915’de Mekke’de bulunan 80 yaşındaki Şerif Hüseyin’in doymayan menfaat hırsını vaatler ve altınlarla tatmin etmiş ve onun ardında adeta bütün Arapları birleştirmiş olan Lawrence gayesine ulaşmıştır.
Dünyanın en fitne ülkesi olan, uzyılana benzeyen bu ingiliz ajanın insanların makam ve servet hırsını iyi hesaplaması sayesinde, Filistin ve Suriye’deki mücadelemiz hezimetle sonuçlanır. 1918 de Arap askerlerinin başında muzafferane Dimyat’a girer. İngiltere hükümeti Lawrence’in vaatlerini kısmen olsun yerine getirip Şerif Hüseyin’in oğullarından Faysal’ı Irak krallığına Abdullah’ı Ürdün emirliğine getirmiştir. Fakat, ihtiyar şerif bunları kafi görmemiş, isyan etmiş, İngiltere asi şerifi Kıbrıs’a sürdüğü için Lawrence de devletin kendisine verdiği paye ve nişanları reddetmiştir. Harp bitmiş fakat, bu adamın işleri, bitmemiştir. O, yıllarca Hind’i, Çin’i, Afgan’ı birbirlerine kattı. Afganistan kıralı Emanullah Han’ ın tahttan indirilmesiyle biten büyük isyan tamamen Thomas Edward Lawrence’in eseri derler. 1930 da Ağrı Dağı isyanında Kürt aşiretlerini baş kaldırmaya teşvik eden, hudut hadiseleriyle İran'la aramızı bozmaya çalışan gizli kuvvetlerin başında bulunan yine Lavrance’dir…
DİŞİ LAWRENCE Mİ, İYİ BİR MÜSLÜMAN MI? Doç. Dr. Ramazan Kurtoğlu’nun bahsettiği Meryem Cemile’ye gelelim. Doğrusu bu ismi ilk defa duymuştum. Biraz araştırayım dedim, sonuç şaşırtıcıydı. Kimileri, onun iyi bir müslüman olduğunu iddia ederken, bir kısımda İsrail ajanı olarak nitelendirmişler. Ben öğrendiklerimi kaynakları ise size aktarayım, sizde değerlendirmesini yapın. Meryem Cemile“Pakistanlı İslam alimi Ebul Ala Mevdudi ile tanıştıktan sonra Müslüman olan ve Margaret Marcus adını Meryem Cemile olarak değiştiren Yahudi kökenli gazeteci-yazardır. Meryem Cemile, 1934 yılında New York’ta, Amerika’nın içinde bulunduğu ekonomik buhranın en şiddetli döneminde, dördüncü kuşak Almanya Yahudi kökenli bir Amerikalı olarak dünyaya geldi. New York’un en varlıklı ve kalabalık bir banliyösü olan Westchester’da mahalli okullarda tamamiyle dini bir eğitim alarak büyüdü. Her zaman ortalamanın üzerinde bir öğrenci olarak; kısa zaman içinde elinden kitap hiç eksik olmayan hırslı bir entellektüel, doymak bilmez bir kitap kurdu oldu ve okuma seviyesi öğrenim gördüğü okulun gereksiniminin çok ötelerine çıktı. Ergenlik çağına girdiğinde; yaşıtlarında çok ender görülen ,son derece ciddi, hoppalıklardan nefret eden bir kişiliğe sahipti. En ziyade dine, felsefeye, tarihe, antropolojiye, sosyolojiye ve biyolojiye ilgi duyuyordu. Okul ve kütüphaneler artık onun ikinci evi haline gelmişti. 1952 yılı yazında Liseden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi Liberal Sanatlar bölümüne girdi. Üniversitedeyken 1953 yılında ağır bir hastalığa yakalandı. Durumu gittikçe kötüye gitti ve iki yıl sonra diplomasını alamadan üniversiteyi terk etmek zorunda kaldı. 1957-1959 yılları arasında hastanelerde tedavi oldu. Hastaneden taburcu olduktan sonra, yazmaya olanak buldu. Marmaduke Pickthall’ın Kuran-ı Kerim tercümesi ve Allame Muhammed Esad’ın “Mekke’ye Giden Yol” ve “Yolların Ayrılış Noktalarında İslam” adlı eserleri ilgisini İslama yöneltti. New York’un Müslüman bölgelerindeki insanlarla kurduğu diyaloglar onu artık tamamiyle İslamiyetle ilgilenen bir insan haline getirdi ve en sonunda Margaret Marcus olan ismini Meryem Cemile olarak değiştirdi.(Konuya devam edeceğim yarın inşallah!)
Bakalım Meryem Cemile bir İslam aydını mı? Yoksa ajan mı?