Perşembe günü saat 16:00 sularında Semerkant TV’de, Yüzyılın Alimleri isimli programını izlerken, O müberek insanın yani Mahmut Sami Ramazanoğlu’nun kalp eğitimine verdiği önem dikkatimden kaçmadı.
Hatta kimi zamanlarda sükut sohpetleri yapması, bana daha da ilginç geldi. İstersiniz sözü unutmadan hemen o mübarek insanı size biraz tanıtayım.
O’nu anlatanlar şöyle tarif ediyorlardı: “Pek az yerler, pek az uyurlar, daima sükutu ihtiyar ederlerdi. Zaruret halinde pek kısa kelimelerle muhatabın seviyesine göre konuşurlardı. Kendisi sünnet üzere günde iki öğünden fazla yemezdi. Yediği zaman da yarım dilim ekmek ve birkaç lokma katıkla kifaf-ı nefs ederlerdi. Geceleri muhakkak ihya ederlerdi. Evinde misafir kalanlar ve kendileriyle bir yolculuğa çıkanlar, gecenin hangi saatinde kalksalar onu ayakta bulurlardı. Seher vakitlerinde ibadete çok ehemmiyet verir, “Bir ihvan seher vakti kalkmazsa, seher vakti dışında bütün gün seccadeden başını kaldırmasa, yine o vaktin ecrine ulaşamaz” buyururlardı. Yine “Seher vakti öyle kıymetli bir vakittir ki, bir kıvılcım gelir, letaifleri parlatıverir” demişlerdi.
Sami efendinin bütün hayatı edeb çizgisinde geçmiştir. En ciddi insanların, en otoriter simaların bile zaaf ve hafiflikleri bulunabilir. Fakat onun hayatında böyle bir zaaf ve hafiflik hiçbir zaman görülmemiştir. Onun sohbetine devam edenler bilirler ki, o hiçbir zaman ayak ayak üstüne atarak veya bağdaş kurarak oturmamıştır.
Sohbetlerinde sık sık “O gün kalb-i selimden başka ne evlad, ne mal hiçbir şey fayda vermez.”(Şuara:88-89) ayetini okuyarak kalb-i selimi izah ederlerdi. Onun tefsirine göre kalb-i selim bir insan ne incinen ne de inciten olurdu.
KALBİ TEMİZ TUTMANIN ÖNEMİ
“Muhterem Üstad Hazretleri, asık yüzlü, bed huylu, devamlı hayatından şikâyetçi kimselerden hoşlanmazdı. Bu memnuniyetsizliğini de yüz hatlarından belli ederdi. Hayata karşı karamsar olmak, her şeyden şikâyet etmek, devamlı sûrette insanların kusurlarını anlatıp durmak; insanın kendisindeki eksik ve hataları görmemesindendir. Bu sıfatta olan kimselerle, maslahat îcabı gerektiği kadar ülfet edip en kısa zamanda yanlarından uzaklaşmak gerekir. Çünkü gaflet, kalpten kalbe akseder. Kalp, insanın duygu, düşünce ve hareketlerinin merkezidir. İnsan, kalbini ne kadar temiz tutar, onu kötü duygu ve düşüncelerden ne kadar korursa, sözleri ve davranışları da o kadar güzel ve makbul olur. Bunun için nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi gerekir. Kalp saflaştıkça “selîm” bir hâle dönüşür.
KALB-İ SELİM SAHİBİ OLMANIN ÜÇ VASFI
Merhum Mahmud Sâmi Hazretleri’nin sıkça tekrar ettiği bir başka husus da kalb-i selîm sahibi olmanın gerektiğidir. Kalb-i selîm sahibi kimselerde üç vasıf tecellî edermiş:
Kalb-i selîm sahipleri, hiçbir mü’minin kalbini kırmazlar. Hiçbir mü’minden kırılmaz, incinmezler. Yapmış olduğu kulluğa karşı Cenâb-ı Hak’tan mükâfât beklemezler. İnsanlara karşı yapmış oldukları iyiliklerden dolayı da bir karşılık ve teşekkür beklentisine girmezler.
Yine buyururlardı ki:“Kalp, beş kısımdır.
Ölü kalp: Dinsizlerin, kâfirlerin kalbidir. Hasta kalp: Dünya sevgisi ile dopdolu olan kalptir. Gâfil kalp: Dünya ve ukbâ arasında dolaşan, istikrarsız kalptir. Uyanık kalp: Zikirle meşgul olan kalptir.
Diri kalp: Enbiyânın, sahabenin, kibâr-ı evliyâullâhın kalp hâlleridir.” (Kay. Zahide Topcu’nun, Şebnem Dergisi-144.Sayı)
Yani böyle alim insanlarla beraber olmak, gerçekten onların sohpetlerine katılmak isterdim, Rab’bim şefaatlerine nail eylesin. Kalbimiz sürekli Cenab-ı Allah’ın aşkı ile dolsun, diyorum.
Peki kalın sağlıcakla.