Türk toplumu okumuyor diye bazen üstü kapalı da olsa suçlayıp, eleştiriyorlar da kimi zaman...
Hani Rahmetli Demirel’e, benzin kıtlığında, “Ne olacak bu akaryakıt yokluğu? diye sormuşlur. O da;“Va da, ben mi içiyorum!” demişti ya; bizde millete kitap okuma alışkanlığı kazandırdık da, onlar mı okumuyor? Diyerek başlayayım yazıma.
Yani bugüne kadar özümüze, inancımıza, kültürümüze uygun doğru düzgün bir film izleyemedik, köşe yazarları yüreğimizi soğutacak bir yorum yapmadılar, hep yukardakiler yazıldı çizildi.Değerlerimize saldıran gazete, dergi ve diğer yayın kuruluşlarından bahsediyorum.
Osmanlıda okuma yazma oranı düşüktü diyorlar, hiç de öyle değildi. Evet, kabul ediyorum, yazma oranı düşüktü ancak, okuma oranı yüzde kırklardaydı, heme de bütün savaşlara rağmen. Örneğin bizim çocukluğumuzda, Rahmetli Ahmet Gülşen amca vardı, her akşam Battalgaziyi bizlere okurdu. Oğlu Mehmet Gülşen hocam(sağ) bize Tercüman Gazetesi aldırır, o gazetedeki pehlivanlar dizileri ilgimizi çeken hergün takip ederdik.
Demek ki, okumak için insan kitapda kendi tarihinden ve değerlerinden bir şeyler bulmalı. Kitap ilgisini çekmeli demek istiyorum. Hatırlasın, bizim yaşta olanlar, çoğu gazetelerde yazılan romanlarda, bin yıl bizi ayakta tutan değerleri aşağılamayan, horlamayan, küçük görmeyen adeta bir roman yoktu.
Filimleri hatırlıyorum da; “Bütün imamlar “Kirli sakallı, hilebaz, riyakâr, pısırık, …. olarak lanse edilirdi.
Hatta tarihi şahsiyetlerin rolündeki kahramanlar bile bazen şarap içer, kadınlarla olmadık densizlikler yaparlarda …
Çocuk Bahçesinde bizlere Tommiks, Teksas okutturdunuz ve bunu bile bile bir proje olarak ABD’yi sevelim, sempati duyalım diye yaptırdınız…(O dönemin üst aklı demek ki, böyle planlamış) Oysa Selçuklu ve Osmanlı tarihi öğretilebilirdi. Ancak, siz bize kültürel köklerimizden koparmayı amaçlıyordunuz!
OKUMAK AMA NEDEN?
Bir öğretmen arkadaşım var, okumak üzerine kelam ettiğimde bana der ki, öyle okumayan insanlar var ki, okuyanlardan daha dürüst, daha milleyetçi, daha muamelesi düzgün!
O halde okuyan insanların farklı olması gerek! Peki farklılar mı?
Eğer okuyan insanlar farklı değilse, yani davranış olarak söylüyorum o zaman Kur’anın ifadesi ile “ Üzerinde kitap yüklü eşekler!” durumuna düşerler.
Yazar D.Ali Daşçı böyleler için der ki; “Ahmak; hiçbir şey bilmeyen değil, yanlış bilendir. Milletimizin zihin levhası, abuk sabuk şeylerden korunmuştur ki bu, sevindiricidir. Millet, fıtri olarak ideolojik olandan korunmuştur. İdeoloji, beyinleri dumura uğratan, iğdiş eden mikrop gibidir.
OSMANLICAYI UNUTTUĞUMUZ İÇİN
Daşçı bu bağlamda bir de hatırasını anlatıyor: “Birkaç yıl önce bir vesileyle lise son sınıf öğrencilerimi Süleymaniye Kütüphanesi’ne götürmüştüm. Oradaki yazma eserleri gören çocuklar, hepsini Kur’an-ı Kerim zannettiler; çünkü okuma yazmaları yoktu. Görevli bunun farkına vardı ve bize şunu anlattı: “Üzülmeyin; geçenlerde bir üniversitemizin karı-koca iki profesörü, İngiliz kütüphanelerinin birinde adını gördükleri, fakat aslının bizde olduğu bir yazma biyoloji eserini incelemek için bize geldiler. Ben onlara okur-yazar olup olmadıklarını sordum, fena halde kızdılar. Evet, eser bizde, ama bu eser Osmanlıca, yani Latince değil, gerçek Türkçe yazıldığını söyledim. Bu sefer mahcup oldular ve kitabı almadan gittiler.” Bunun adına ne denir bilemiyorum!
Yani demek istiyorum ki, milletin okuması için değil, okumaması adına galiba projeler ortaya konmuş ya da batıyı benzemek adına romanlar ve hikayeler yazılmış…
Toparlayalım, bu millet öyle bir dine inanıyor ki ilk emri oku. Ancak, bu mübarek dinin kitabını okurken de anlamıyoruz. Hoca camide namaz kıldırırken sureyi okuyor, biz ne dediğini bilmiyoruz. Bilmeyince yüreğimiz titremiyor, yolumuzu aydınlatamıyoruz.
Okumak anlamak ve yaşamak değil mi? Anlamadığım bir dinin emrini nasıl yaşayabilirim? Cevap bekliyorum. Peki kalın sağlıcakla.