"(Çok garip) sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) hâlde insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?" (Bakara sûresi 2/44)
Bu âyet-i kerime doğrudan doğruya bir kısım İsrailoğullarını alâkadar etmekle beraber Müslümanlara da işârî olarak tenbihte bulunmaktadır. Burada asıl anlatılmak istenen şey de hâl ile kâl birliğinin gerçekleştirilmesidir. Nitekim bir başka âyet bu hususu bir başka üslûpla ifade sadedinde:
"Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz ki?" demektedir.
Evet hâl ve kâl hakkı tutup kaldırma onu temsil edip anlatma adına çok önemli iki cepheli bir dildir.
Bu iki görünümlü tek dil hakikatle gürleyince onun tesiri müthiş olur.
Evet insan başkalarına söyleyeceği şeyleri önce kendi nefsinde yaşamalı ki iç-dış beyan-hâl farklılığına düşmesin.
Bir eserde Cenâb-ı Hak Hz. İsa'ya "Yâ İsa önce nefsine vaaz et.
Eğer o kabul ederse sonra insanlara nasihatte bulun!
Yoksa (nefsinin kabullenmediği şeyleri başkalarına anlatma hususunda) Benden utan!"buyurur.
O hâlde insan önce inandığı şeyleri yaşamalı kendinden tecrit mülâhazası içinde kendi duygu-düşünce ve iç derinliklerini seslendirmelidir. Gece hayatı olmayan biri teheccütten bahsederken utanmalı.. namazını huşû ve hudû ile kılamıyorALLAH 'a karşı saygılı davranıp gerekli mehâbet ve mehâfeti içinde duyamıyorsa kâmil namazdan dem vurmamalı..
Hasbî ve diğergâm değilse bir tek kelime ile dahi başkaları için yaşamaktan kat'iyen bahis açmamalı; açmamalı zira lihikmetin (bir hikmete binaen) Allah C.C anlatılan hususların tesir gücünü anlatanın yaşamasına bağlamıştır.
Bakınız İslâm'ı anlatma ve müdafaa etme adına bazı kimselerin irşad cevap ve reddiye gibi şeyleri hep havada kalmaktadır. Hatta samimî olunmadığından yer yer daha önce söylenen şeylerden vazgeçilmekte ve muhaliflerin anlayışlarına mümaşat edilmektedir.
Mustafa Sabri Efendi bu durumu şöyle izah eder: "Bunlar anlattıkları şeylerde başkalarına verdikleri cevaplarda yazdıkları kitaplarda samimî değiller.
Eğer samimî olsalardı dediklerini yaşar ve hayatlarında zikzak çizmezlerdi." Yaşamadı zikzaklar çizdi ve arkalarındakileri tereddütlere attılar.
Bu itibarla da hizmet düşüncesi ile dahi yazılmış olsa bu kitaplar bu reddiyeler yazıldıkları yerlerde teşettüt-ü efkâra (fikir dağınıklığına) sebebiyet vermiş ve önü alınmaz ayrı kaosların doğmasına yol açmıştır. Öyle ise önemli olan müessir olabilmenin yollarını araştırmaktır.
O da bilme yaşama metot muhatabı tanıma neyi nasıl nerede anlatacağını iyi tespit etme gibi her biri kendi çapında önemli hususların yanı başında tebliğcinin yürekten ve samimî olmasıdır.
Burada hatırlatılmasında yarar olan bir diğer mesele de.
Niçin yaşamadığınız şeyleri anlatıyorsunuz?" âyetinin yanlış anlaşılma ihtimalidir.
Zira âyet-i kerime zemm makamında "niye-niçin" diyerek bunları sorgularken "Ha sakın yaşamadıklarınızı anlatmayın!" demiyor. Zira yaşamak ayrı anlatmak da ayrı birer ibadettir.
İkisini birden yapmayan iki günah birini yapmayan da bir günahla kendini tesirsizliğe mahkûm etmiş olur. Evet daha önce de ifade ettiğimiz gibi müessiriyet anlatılanların yaşanmasına bağlıdır.
Evet insanlara iyiyi emredip onları kötülükten vazgeçirmeye çalışırken insanın kendini unutması açık bir tenakuzdur ve böyle bir yanlış ifade beyan gücü bilgi gibi pek çok doğruyu götürecek mahiyettedir ki âyetin fezlekesi de aklı olan bir insanın böyle bir çelişkiye düşmemesi gerektiğini hatırlatarak "İnan düşün yaşa ve anlat!..
Aksi gevezeliktir konuşanın kredi ve itibarını götürür ki bu da onun kendini katmerlice unutması mânâsına gelir." demektedir.
Bu itibarla vâiz nâsih mürşit mübelliğ yazar ve programcı yapıp ettiği şeylerde ciddî olmalıdır ki kendisi de ciddiye alınsın ve bahse konu hususların değerine toz kondurmasın.
Dahası irşad için yamuk yumuk davranmakla idlal yolunda tutarlı konuşanların altında kalmasın...
Kalın Sağlıcakla…