Okuduğunu tahlil etmeyen, daha önce okudukları ile karşılaştırmayan, her an kendi kafasını kullanmayan zekasını mahveder... Peki ya hiç okumayanlar?

Böyle bir soru ile başlayıp, şöyle devam edelim: “Okumak, sayfanın bütününü, cümleleri, kelimeleri anlamaktır. Sonra dikkat etmek gerekiyor. Zira, dikkat gevşeyince gölge düşünceler kalır kafada. Çabuk okuyanlar ise dikkatini teksif edemez. Bu tip okumak  hastalıktır. Çünkü, okuduğundan geriye zihninde bir şey kalmıyor ve kalanlar da senin ve çevrenin yaşamına bir katkı sağlamıyorsa, desinler diye okuyorsundur…

Demek ki okudukça zekâ artar, zekâ geliştikçe öğrenmeye sevgi artar ve bilen için ise tehlikeler daha azdır.

Cemil Meriç diyor ki; Sıhhatli bir zekâ kitapları çalışmalarına tabi kılar. Onun için eğlencelerin en asilidir okuma, doğru kişiyi aynı zamanda asilleştirir. Özetle kitap zekayı kibarlaştırır.

Devam ediyor bir başka yerde: “Okurken sadece ilham alırız, kafamız dilediğimi gibi çalışır. Hem yalnız hem beraber.

Kitap denen uçsuz bucaksız okyanusta daima yeni keşifler yapmak kabil. Hangimizin irfanı o sonsuz “belki”yle” boy ölçüşebilir. Bir soru daha yöneltiyor bizlere: “İç dünyamızın sınırlarını genişleten kitap değil mi?”

BİLMEK VE YAŞAMAK

Şimdi yukarda yazdıklarımızı biraz açalım. Ne dedik, okuyan ve okuduğunu tahlil eden insan zekâsı açılır. Bakınız izlemek ve dinlemek böyle değildir. Ancak, okuduğumuzu geçici bellekten, arka belleğe mutlaka kotlayarak göndermemiz gerekiyor. En azından bir yere not edebiliriz.

Okurken, sayfanın bütünü üzerinde durup, yazarın ne söylemek istediğine dikkat etmemiz gerekiyor. Ardından ise önceki bilgilerimizle kıyaslamalıyız. Hatta, söylenen bizim değerlerimiz, kültürümüz, tarihimiz ve inancımızla ne kadar örtüşüyor, bir kıyaslama yapmalıyız. Zira bir yanlışı bize öğretmek için dokuz doğruyu söyleyenler var günümüzde…

Demek oluyor ki, okudukça zekâ artar, bilgi birikiminiz çoğalır, daha doğru kararlar alırsınız. Sonra nazik ve kibar bir kişiliğe kavuşursunuz. Eğer öğrenci iseniz bu durum akademik başarınızı ve becerilerinizi de etkiler. Öz güveniniz artar, başarı yolunu da açmış olursunuz. Ancak bilmek farkı, uygulamak farklı şeylerdir. Her okuyan böyle olamaz. Öyle ya ilmiyle amel etmeyenler, üzerlerinde kitap yüklü eşekler gibidirler.

DEVREYE RUH VE AKIL GİRERSE

Okumak ve okuduğunu anlamak, öğrendiğin o güzel bilgileri hayatına uygulamak ayrı bir meziyettir; bu meziyeti kazanan insan aynı zamanda basiretlidir. Böyle olunca akıl olgunlaşır, ruha teslim olur, emrinden çıkmaz, aynı zamanda ruhu da katkısı olur.

Bunun için Yaratan ‘okuyun” emri ile başlamış. Alemlerin Efendisi: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurmuş.

Bakın dostlar okumayanlar, okuyanların fikirleri ile yaşarlar, onların istediği yöne kanalize olurlar, şimdi algı operasyonu diyorlar ya ha işte öyle olur.

Sonra güzel konuşan birini gördük mü? O güzel sözlerin büyüsüne kapılırız. Üstat Bediüzzaman, “Ahir zamanda belagat ilmine” bu nedenle dikkat çekmiş. Sonra da ilmi elinde tutan, kuvveti de tutar buyurmuşlardır. İyi de ne okuyacağız değil mi? El cevap.  Önce kendi kendimizi okuyacağız, yani nefsimizi tanıyacağız; bunu yapmak içinde de Kur’an-ı ve Kâinat kitabını okumamız gerekiyor. Çünkü: “Vahiyle durulmayan, demlenmeyen ve dertlenmeyen bir ruhta aksiyon olmaz ki, dinamizmini kaybeden bir ruh ; ne Medineleri inşa edebilir ne de Mekkeleri fethedebilir.

Sonra Risaleyi Nurlar, Mesneviler, Gazaliler… Daha neler var neler okunacak, öyle bir derya ki, bir başlarsan, bırakamazsın kitapları. Sonra kendi kendini bildikten sonra, haddini bilirsin. Yunus’un dediği gibi, okumanın manası kişi hakkın bilmektir diyor ya…

Rabbim şu mübarek günlerin hürmetine inşallah bizlere okuma alışkanlığı edinmeyi kazandırır.

Kalın sağlıcakla.