Yüce Allah, yeryüzünde bazı yerleri şereflendirmiş, ibadet mekânları kılmış ve oralarda yapılan ibadetlerin sevap ve mükâfatını arttırmıştır. Mescit, Arapçada “eğilmek, tevazu ile alnı yere koymak” anlamına gelen sücut kökünden “secde edilen yer” manasında bir ism-i mekândır. Câmi ise Arapça cem kökünden türetilmiştir. Cem olunan yerdir. Bu mekanlarda ana gaye Allah’a (cc) ibadet yani namazdır. Hz. Peygamber (a.s.): “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır.” Buyurur. Şartları da vardır, huşu içinde olunmalı, secde de tadili erkana uygun olmalı.
İlk cem olunan yer Kabe olmuş. Müslümanların Mekke’yi terk edip, Medine’ye yerleşmeleriyle câminin sosyal hayattaki önemi artmış. İlk muhâcirler, Medine’ye gelince ensâr ile beraber -Külsûm b. Hidm’e ait bir harman yerinde Kubâ Mescidi’ni inşa etmişti.
Medine-de yapılan Mescid-i Nebevî’nin, hicretten 6, 7, 8 veya 9 ay sonra bitirildiğine dair rivâyetler vardır. İslâm şehirleri Cuma camilerine göre şekillenmiştir. İslâm hukukçularına göre, halîfenin görevlendireceği emîr, vezîr veya kâdılar, büyük câmilerin idaresiyle ilgilenirler. Namazları kendileri kıldırırdı. İlk halîfeler bu göreve başkasını tayin etmez, kendileri yerine getirirdi. Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.) gibi bazı halîfelerin namaz sırasında şehit edilmesi, bu halîfelerin namaz vakitlerini dört gözle beklemeleri ve büyük ihtimâm göstermeleri, onların nasıl bu işi doğrudan üstlendiklerine ve başkalarını vekil tayin etmediklerine tanıklık etmektedir. Emevî halîfeleri de bu görevi bizzat kendileri yerine getirir ve buna büyük önem verirdi.
Belirli bir topluluğa ve mahalleye ait câmiler de vardı. Bu câmiler, cuma ve bayram namazları için değil ulu camilere uzak yerlerdeki şehir ahalisinin vakit namazları, eğitim-öğretim ve bazı meşrû sosyal faaliyetler için inşa edilirler. Böyle câmilerle, halîfenin veya onun görevlendirdiği şahıslar yerine o câmilerden istifade eden ahali ilgilenirdi.
CAMİLER SADECE NAMAZ KILINAN YERLER DEĞİLDİR
İslâm topraklarında gelişen harikulade ilmî/edebî faaliyetin başlangıç noktası ve merkezi -asıl işlevi bir mabet olan- camiydi/mescitti. İnsanlar orada yalnızca ibadet amacıyla toplanmıyor; resmi duyurular camide yapılıyor, hukuki davalar orada görülüyor ve en dikkat çekeni ilmî hayatın her yönü camide geliştiriliyordu.
Dikkat buyurun: “Hz. Peygamber (a.s.), bir gün Mescid-i Nebevî’ye girdiğinde, cemaatin bir kısmının dua ve zikirle, diğer bir kısmının ise ilimle meşgul olduklarını gördü. “Ben muallim olarak gönderildim” buyurdu ve ilimle meşgul olanların yanına oturdu. Yani imam hatiplerin aynı zamanda birer MUALLİM olması zorunluluğu vardır.
Hz. Peygamber’in (a.s.) Mescid-i Nebevî’deki derslerine “meclisü’l-ilm” denilmiştir ki bu ilk asırda hadis derslerini ifade ediyordu. Bu meclislerde Hz. Peygamber’in (a.s.) etrafında iç içe daire şeklinde oturan dinleyici grubuna “halka” denilmiştir. Halkalara ders vermede bazı sahabe de kendisine (a.s.) yardımcı olmuştur. Ubâde b. Sâmit (r.a.) bunlardan biriydi ve Mescitte Kur’ân-ı Kerîm ve okuma yazma öğretiyordu. Mescitte barınan ve sayıları bazen 400’e kadar çıkan Ashab-ı Suffe, vakitlerinin büyük bir kısmını öğrenimle geçiriyordu. İçlerinden bir kısmı sırf bunun için ticaret, zanaat ve tarım gibi işlerden çekilmiştir. Mescitte eğitim ve öğretim sadece erkeklere münhasır değildi; kadınlar için de Mescid-i Nebevî’de ayrı bir gün tahsis edilmişti.
Devam edelim; “Hz. Peygamber (a.s.) diplomatik görüşmeleri de mescitte yapar, yabancı elçileri en güzel elbiselerini giyerek burada kabul ederdi. Onun elçileri kabul ettiği yer halen “Üstüvânetü’l-vüfûd” (sefirler/elçiler sütunu) olarak bilinmektedir. Son söz artık cami merkezli bir hayat yaşamak durumunudayız. İmam hatipler, camiye gelmeyenleri Efendimiz gibi sormalı, acı ve tatlı gününde onların yanında olmalı. Mescitler sefer esnasında ordunun maneviyatının zinde tutulduğu, gereken talimatın ve taktiğin verildiği mekânlar olmuştur. Bazen hastane olarak da kullanılmıştır(Kaynak Prof. Dr. Kasım ŞULUL/siyerinebi)
Değerli dostlar, yarım doktor,yarım öğretmen ve yarım imam hatip olmaz, olmamalı, bilirsiniz yarım olanlar yarım iş yaparlar. Hani derler ya yarım doktor candan, yarım imam dinden eder diye…
Hepimiz görevimizi en iyi şekilde yapmak durumundayız. Yoksa herkes yapmadığı işin vebalı altında ezilir.
Kalın sağlıcakla