İnsan önce kendi dürüstlüğünü, doğruluğunu, vicdan sahibi olduğunu, yaptıkları ile konuştuklarının birbiri ile örtüştüğünü tasdik etmeli. Hani Mevlâna: “Ya olduğunun gibi görün ya da göründüğün gibi ol!” Der ya tam da yazmak istediğim konu bu.

Şimdi size dün Sabah Gazetesinde yayınlanan bir haber paylaşıp, sonra da yine bu konuyla ilgili değerlendirmemi yapayım.

Biliyorsunuz İzmir Depreminde canlar verdik, sonra da yetkililer bize dediler ki: “Deprem öldürmez, çürük yapılan öldürür!” Tam da onu anlatan bir haber.

“İzmir'de ilk katlarının üzerine adeta oturan Barış Sitesi'ndeki apartmanların çökme nedenine ilişkin son derece çarpıcı bir son dakika gelişmesi yaşandı. Deprem sonrasında enkazdan çıkarılan cansız bedenlerin vebalini alanlara ilişkin önemli itiraflar içeren ifadeler sitenin inşaatında çalışan bir işçiye ait. Erol Kaya depremde çöken Barış Sitesi'nin yapımında çalışan inşaat işçilerinden olduğunu söyledi ve inşaata başlanmadan önce zeminin durumunu, inşaaat sırasında kullanılan malzemeleri ve bu durumu bildiklerini aktardı. Kaya son dakika itiraflarında "Ben harç taşırken inşaatta yürümeye korkuyordum"

ÇÜRÜK ZİHNİYETLİLER

Kaya, binaların ilk depremde yıkılacağını o zamandan tahmin etmiş: "Bu binalar kooperatif yapımı. Sürekli inşa aşamasında durdu. Taşeronlarla sıkıntı oluyordu. Öyle olunca da devamlı kullanılan malzemeler, ustalar değişiyordu. Demir işlerini yapan arkadaşım binada kullanılan demirlerin yetersiz olduğunu, müteahhitin onu dinlemediğini söylüyordu. Biz burada olacak ilk depremde bu binaların yıkılmasını bekliyorduk."

Haberin tamamını dikkatli okudum, hatta iki defa okudum, özellikle zemine dikkat çekerek bina yapım alanının portakal bahçesi olduğunu, zeminlerin çok katlı bina yapımına uygun olmadığı falan söylüyor.

Zannederim adamcağız vicdana gelmiş. Hani bizim Kahramanmaraş’ta da böyle apartmanlar yapıldığını biliyoruz. Bazıları kentsel dönüşümü gitti, bazıları bekliyor.

Yani bu adam yani işçi kardeşimiz galiba vicdana gelmiş ve her şeyi dost doğru söylemiş. Helal olsun diyeceğim ama keşke o zaman da aklı ermiş olarak bir yetkiliye durumu anlatsaydı. Herhalde işten kovulurum diye söylemedi. Her ne ise yine de doğruyu söylemiş.

HANGİ İŞİMİZ DÜZGÜN VE NEDEN BÖYLE?

İnsan yaptığından veya konuştuğundan dolayı ya Allah’tan korkacak (yani vicdanı güçlü olacak) ya de devlet yaptırımlardan korkacak! (Yasalar ve cezalar meselesi)

Doğrudur yaptırımlar ve cezalar insanı firenler ama esas frenleyen güç kalbe Allah korkusunu koymaktır.

Bu haberlere benzer hayatımızda ne depremler yaşanıyor, sırf vicdan ve yasa yetersizliğinden dolayı. Evet, yine söz Mevlana’ya düştü. “ÖYLE BİR NESİL YETİŞTİRMELİYİZ Kİ, VİCDANI PADİŞAH; AKLI VEZİR OLSUN!” Bu durumda o insanın nefsi, asker olacaktır.

İş dönüp dolaşıp, dini eğitim yetersizliğine geliyor veya vicdan eğitimi, siz ruh eğitimi deyin, maneviyat deyin ne derseniz deyin ama bir insanda mutlak Allah korkusu olmalı. Bunun için de yüce dinimizi doğru kaynaktan, doğru eğitimle, doğru amaçlar ve ülkü çerçevesinde vermek gerekiyor.

Bizde din eğitimi var mı? Varsa, yaşadığımız sosyal olaylar nereden geliyor.

Hakiki bir din eğitimi olsaydı, terör olmazdı, uyuşturucu, kaçakçılık, düzenbazlık, rüşvet, israf v.b olmazdı.

Millet olarak asli değerlerimize yeniden dönmemiz gerek. Dinimizle, tarihimizle, kültürümüzle yeniden buluşmaktan başka çare yoktur.

Bu işin felsefesini de yapmıyorum.

Yani doğru söze hacı emmin ne desin demiş ya bizim Maraşlı, tıpkı böyle özün, sözün bir olsun kardeşim. Hayırlı cumalar.

Kalın sağlıcakla.