Ramazanda tuttuğumuz orucun şaşırtıcı yönleri beni hep tefekküre sevk etmiştir.

Bazılarından bahsetmek istiyorum.

* Oruç, tutan için çok keyifli, haz veren bir ibadettir. Oruçlu gönül huzuru içindedir.

Çünkü kendini yaratan Allah`ın (C.C.) emrine uymanın mutluluğunu da duymaktadır.

Bu yüzden oruç ona külfet değil, zevk verir.

Orucun şişmanlık ve hastalık perhizlerinden, ateistlerin anlayamadığı önemli farkı budur.

Allah`ın rızasını kazanma arzusu, onu huzur ve mutlulukla doldurur.

* Oruç tutan kişinin açlık hissetmemesi çok enteresandır.

Halsizleşir, süzgünleşir fakat iştahı yoktur.

Oruçlu iken, hattâ sahura bile kalkamadığım günler, en cazip kokular saçan lokantaların önünden en küçük bir acıkma hissetmeden geçtiğim hep dikkatimi çekmiştir.

Halbuki Ramazan dışında karnım tok olsa bile nefsim büyük istek ile arzulamasına rağmen..

Çünkü açlık, beyinden gelen emre bağlıdır ve Ramazan`da mü`minin imanı beynine "dur" diyerek hükmetmektedir.

* Oruç saf açlık da değildir. Oruçtaki açlık muayyen vakitler içindir. Kişi iftar ve sahurda yine gıdasını kendine gerekli olan protein ve vitaminleri alır.

Oruç tutan kimselerde beslenme yetersizliği vuku bulmaz.

 Günlük faaliyetlerine aynen devam edebilir.

 İnsanın formunda kalmasına herhangi bir mâni teşkil etmez.

* Oruçlu olduğumuz sırada metabolizma devam etmektedir.

Dışarıdan gıda almadığımız için bedenimiz kendi maddesini, kendi dokularını ve özellikle de yağlarını yakarak hazmeder.

Ancak vücudumuz bu işi rast gele yapmaz. Önce hastalıklı, yaşlı ve ölü olanları yok eder. Bu da bedenimizin gençleşmesi, yenilenmesi, adeta taze kana kavuşması demektir Peygamberimizin (A.S.M.) "Oruç tut, sağlık bul" demesi bu yüzdendir.

* Oruçlu iken beynimiz de yedek maddeleri kullanarak çalışmasına aynen devam eder. Şahsın zihnî kapasitesinde herhangi bir noksanlık zuhur etmez.

Aksine günlük stresleri azaldığı için konsantrasyonu ve düşünme kabiliyeti artar.

* Oruç, vücudumuzu maddî artıklardan temizlediği gibi benliğimizi de manevî kirlerden arındırır, paklaştırır.

Ramazan istemek ayıdır...

Ramazan isteyene istemeden vermek ayıdır...

Fakirin, fukaranın, mazlûmun, yetimin, dulun, muhtacın mağduriyetini giderme ayıdır...

Hazinesi zengin olan Rabbimizin bize verdiklerinden bir miktarını elimiz titremeden, gönlümüz bulanmadan şükür ile, sevgi ile başkalarına vermek ayıdır.

Hani kim bu dünyada istediği kadar kalabilmiş ki?

Hani kim hanlarını, katlarını, yatlarını öte tarafa zevk ve sefa için götürebilmiş ki?

Vermenin zorluğunu değil, istemenin masumiyetini bilerek ve tadarak Ramazan ayını idrak ve ihya etmeli ki, her veriş ve alış Allah rızası için olabilsin...

"Allah için vermeli, Allah için almalı ve Allah rızası için vermeyen gafil insanlardan almamalı" ölçüsüne uyarak yaşamalı.

İste o zaman bakın görün ki vermek de lezzet veriyor, istemek de, almak da.

Ramazan ayı her açıdan, her bakımdan başka istetir.

Başka güzellikte istetir... Kulca... Müslümanca...

Üstelik makamların en yücesinden...

İstenmeye en çok lâyık olanından...

Bizi bizden iyi bilen ve düşünen o İlâhî makamdan...

Ramazan istetir...

Kendim için de, eşim, dostum, kardeşim, yavrum, anam, babam için de ver Yâ Rab!..

Vermeyi istemeseydin istemeyi vermezdin ey Allah'ım!

İnsanın en kıymetli dünyevî hazinesi vaktidir.

O halde vakti nakde çevirmeyi sadece dünyalık olarak ele almamak lâzım.

Uhrevî dünyanın nakdi ise sevabdır, ibadettir.

Allah'ın rızasını kazanmaktır...

On bir ayın sultanını uhrevî hayatın levâzımâtı için iyi bir pazar fırsatı bilip ona göre davranmak, ona göre değerlendirmek gerekir.

Kalın Sağlıcakla…