Bütün doğumlar sancı ile başlar. Bir anne sancısı gelmeden hastaneye gitmez, geldiğinde de geç kalmamalı, çünkü yavrunun sağlığı tehlikeye girebilir.
Bizde sancılar görüyoruz insanlarımızda; dertleniyorlar ülkenin temel sorunları karşısında, o dertlerini paylaşıyorlar bizimle…
Ancak, ilgisiz, kaygısız, bilinçsiz, kedersiz, duyarsız insan sayısı da az değil…
Konumuz, aidiyet. Bizler sadece kendimiz için yaşayamayız, Müslümanlığın ruhunda böyle bir şey yok. Yani insanların ait oldukları topluma, aileye, devlete, milletine her ne ise görevlerini yerine getirmeyle başlar
Evet, insanın sorumlulukları vardır, vatanına, kendine, dinine, anne ve babasına, okuluna, iş yerinde ve bu sorumlulukları yerine getirmesi gerekiyor; elbette yaşadığı şehrinin derdini dert edinmeli.
Ülkesinin, yakın çevresinin sorunları ile ilgilenmeli.
Bakınız önemli sorunlar var, aile dağılıyor. Dağılan aile demek, Allah göstermesin ülkenin geleceği adına sıkıntılar doğurması demek.
Birkaç gündür, düşüncelerini paylaştığım, Yazar Aratlı diyor ki; “Batılı psikolog ve sosyologların “ailenin dağılmasının” çağdaş medeniyetlerin önlerindeki en büyük tehlike olduğunu sezmeye başlamalarının en az yüz yıllık bir geçmişi var…
Ne ki, dağılmanın da bütünleşmenin de menşei aile. Ve artık neredeyse matematiksel bir kesinlikle biliyoruz ki, okul öncesi yaşlarda edinilen alışkanlıklar, edinilen bilgiler kişiliği resmi öğrenim ve eğitimin asla başaramadığı bir biçimde şekillendiriyor. Dahası, çocukların ebeveynlerine duydukları ihtiyacın okulla birlikte sonra erdiği doğru değil. Okul, buluğ çağında bile ihtiyaçlarına cevap vermiyor.
NEDEN?
‘Ailenin yok olması demek, ümmetin yok olması demektir’diyor alimlerimiz.
Müslümanların Avrupa ve Batıdaki aile anlayışının etkisinde kaldığını görmekteyiz. Bakınız, Avrupa ve Batı anlayışındaki kadın ile erkek ve anne-baba ile çocuk arasındaki ilişkinin insaniyetin dışına çıkacak derecede kötü olduğuna okuyoruz, bu tür anlayışta olan ailelerin bir arada mutlu bir şekilde yaşamasının çok zor olduğunun da artık farkına varılmalı.
Güven, sadakat, vefa, sevgi, saygı ve huzurun kalmaması ile aldatmanın maharet zannedilmesi gibi etkenlerin aileyi temelinden sarsarak yok olmaya götürmektedir.
“Ailenin yok olması demek, toplumun yok olması demek, toplumun yok olması demek, ümmetin yok olması demektir. Bunlar birbirini tetikleyerek İslam ümmetine ciddi zararlar verir. Bu nedenle ailenin öneminin farkına varmalıyız.”
DİKKAT ETMELİYİZ
Kur’an-ı Kerim’de kadın ile erkek arasındaki ilişkilere çok net bir şekilde değinilİr. Evlenecek insanların denk ve aynı dünya ahiret düşüncesi içinde olması vurgulanır.
Aile kurumunun meşru bir temelin üzerinden bina edilebilmesi gerekmektedir: “Ancak biz bu potansiyeli kullanmadığımızdan dolayı yanlış bir anlayış, yanlış bir tercih ve yanlış bir temel kurulmuş olur. Aksi halde en ufak bir sarsıntıda yuvanın dağıldığını görüyoruz.”
Şunu söylemek istiyorum: “Meşru olmayan bir zeminde yapılan evlilikle mutlu bir ailehayali kurulmaz’
Son söz, günümüz toplumunda yapılan eş seçiminde hata yapıldığını görmekteyiz, ahlakın ve dindarlığın geri planda bırakılmaktadır, “Hz. Muhammed’in dediği gibi, eşinizi seçerken güzelliğini ön plana alabilirsiniz. Malını ve zenginliğini ön plana çıkarabilirsiniz. Soyunu ve konumunu ön plana çıkarabilirsiniz. Ancak evlenilecek eşte aranması gereken bir özellik daha vardır. O da ahlaki özellikleri ve dindarlıklarıdır.”
Mümin erkekler ve mümin kadınların birbiri ile evlenebilmeleri için iyi bir eğitimden geçerek bilinçlenmeleri gerekmektedir, Meşru olmayan bir zeminde yapılan evlilikten sonra, mutluluğu Allah’tan beklemek ne kadar mantıksızlıktır.
Ayrıca anne ve baba olmaya hazır olmayan insanlarda bana göre evlendirilmemelidir çünkü, sorumluluklarını yerine getirmeyen ailenin çocukları gelecekte sorun olmaktadır…
Kalın sağlıcakla.