Sevgili Dostlar, geçtiğimiz hafta içerisinde ülke ve dünya gündeminde çok önemli gelişmeler oldu. Bunlar içinde birkaçı var ki, kimin kiminle bağlantılı olduğunu, kimin gerçek lider, kimin kukla olduğunu, kimin milli kimin gayri milli olduğunu, kimin körle yatıp şaşı kalktığını net bir şekilde ortaya koydu. Hani malumun ilanı deriz ya, aynen öyle. Bunlardan birincisi, Strazburg'da toplanan Avrupa Parlamentosundan (AP) geldi. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile 3 Ekim 2005 tarihinden itibaren sürdürdüğü müzakerelerin geçici süreliğine dondurulması yönündeki hukuki bağlayıcılığı olmayan tasarıyı kabul eden AP, ülkemizde oynanan tüm oyunların, terör belasının ve paralel devlet yapılanmasının bizatihi başında ve içinde olduklarını ilan etmiş oldu. Zira AP’nin ortak metin olarak oyladığı ve dokuz maddeden oluşan kararda öne çıkan üç kritik unsur var. Bunlardan en dikkat çekeni hiç kuşkusuz OHAL uygulaması. Şuan ülkemizde uygulanan OHAL, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ortaya çıkan bir uygulama. Cinayet araştırmalarında yaygın olan bir teori vardır. Derler ki, “Katil olay yerine geri döner.” 15 Temmuz gecesi, işlerin planladıkları gibi gitmediğini gören ABD ve AP ilk açıklamaları ile dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi. Hatta ABD merkezli düşünce kuruluşu Stratfor, Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın uçuş bilgilerini sosyal medya üzerinden yayınlayarak teröristlere desteğini açıkça ortaya koymaktan da geri durmamıştı. Ülkemizde terör faaliyeti yürüten taşeronlarını zaman zaman tüm dünyanın gözleri önünde koruyup kollayan ve ödüllendiren AB üyesi devletler, AP’de aldıkları ortak karar ile üyelik müzakerelerinin yeniden başlayabilmesi için FETÖ’nün darbe girişiminden sonra başlatılan OHAL uygulamasının durdurulmasını, yine o darbeciler için getirilmesi düşünülen İDAM CEZASI tartışmalarının rafa kaldırılmasını ve LOZAN ANTLAŞMASI tartışmalarının gündemden düşürülmesini istiyorlar. Bunlar, akıllarınca bu toprakların gerçek sahiplerine gözdağı vermek ve taşeronlarını kurtarmak isterken, aslında kim olduklarını ve başta ülkemiz olmak üzere dünyada yaşanan acı ve gözyaşının, dökülen kanların, parçalanan ülkelerin ve dağılan milletlerin kendi yetiştirdikleri taşeronları aracılığı ile yapıldığını açıkça ilan ettiler. Bir diğer malumun ilanı ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi. Bazı ilişki ve işbirliklerini bilirsiniz, fakat ispat etmekte, anlatmakta zorlanırsınız. Onun için istihbarat örgütleri devreye girer, elde ettiği bulgular ve deliler ışığında bağlantıları ortaya çıkartır. Bu kez buna gerek kalmadan Kılıçdaroğlu her şeyi net bir şekilde gözler önüne serdi. Sevgili Dostlar, Kılıçdaroğlu, 25 Kasım Cuma günü Marmara Üniversitesi'nde, Uluslararası İlişkiler Kulübü'nün davetlisi olarak, "15 Temmuz ve Parlamenter Sistem" konulu bir konferans verdi. Sunucu kızın övgüleri ile kürsüye gelen Kılıçdaroğlu, “Önce size şunu söylemek isterim. Anlattığım her şeyi inanarak ve büyük bir samimiyetle size aktardığımdan emin olmanızı isterim.” cümleleri ile başladı konuşmasına. Eyvallah, bir siyasetçide olması gerek hususlardan birkaçıdır zaten inanmak ve samimiyet. 15 Temmuz gecesi yaşananları anlatmaya başlayan Kılıçdaroğlu, “O akşam oteller kapalı olduğu ve bizi otele almadıkları için Bakırköy Belediye Başkanımızın evine gittik." dedi. Türk siyaset tarihine kara bir leke olarak geçecek ibretlik bir açıklamadır bu. Uluslararası İlişkiler Kulübü'nün öğrencileri bu cümleye ne dediler, dinledikleri konuşmadan ne anladılar, nasıl bir lider portresi çıkardılar bilemeyiz. Ancak bildiğimiz bir şey var ki bu konferansı iyi ki vermiş. Yoksa nerden bilecektik 2010 yılında katıldığı bir radyo programında “Kim darbe girişimi yaparsa o tankın önüne ilk ben çıkacağım” diyen Kılıçdaroğlu’nun, darbe gecesi hayatın sunduğu tarihi fırsatı değerlendirmek, tankların önüne çıkıp darbeye dur demek yerine kuytu bir yere sokulduğunu. O gecenin kahramanları tarafından havaalanı önündeki tankların çekilmesi ile sıvışıp, saklanmak için nerelere başvurduğunu ve nerede saklandığını. -tabi bu adres hedef saptırmak için ortaya atılmadıysa- Bu Konferans sayesinde bir şeyi daha net olarak öğrendik. CHP’nin OHAL’e, İDAM CEZASI’na ve LOZAN ANLAŞMASI tartışmalarına neden karşı çıktığını. Sevgili Dostlar, Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz hafta bir şeyi daha itiraf etti. Efendilerinin kimler olduğunu, kimlerin himayesinde olduğunu, kimler için mücadele ettiğini de açıkça koydu ortaya. Hem bu alıştığımız gibi gaf da değildi. Bakırköy'de bir açılışta yaptığı konuşmada, Avrupa'ya utanç verici sözlerle mesaj gönderdi, adeta yalvardı: “Bizi cezalandırmayın, biz yüzümüzü hep Batı'ya döndük” dedi. Ey Kılıçdaroğlu, siz bu cennet vatan Anadolu üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetmek için mücadele eden bir partinin başına görevlendirilen genel başkan olarak, bu cennet vatanı bölmek ve parçalamak isteyen efendilerinize alenen yalvarıp yakarmaktan utanmadınız ama ben sizi dinlerken sizden ve yaptığınız konuşmadan utandım. Umarım gerçek CHP’liler de utanmıştır. O konuşmayı yapmasaydın da biz bunları biliyorduk. Lakin sizin ve efendilerinizin bilmediği ve hala idrak edemediği bir şey var. Sizin, “Dolayısıyla bir kişiye kızıp, bir kişinin söylemlerine kızıp, 80 milyonluk bir ülkeye yaptırımlar uygulamayın...” diye ima ettiğiniz Recep Tayyip Erdoğan var ya! İşte onun bir telefon çağrısı ile o 80 milyon 15 Temmuz’da meydanlara inerek kendilerine yöneltilen silahların karşısına dikildi, tankların önüne yattı, üstüne çıktı, helikoptere, uçağa meydan okudu. Siz içinizi ferah tutun Kemal Bey. Hiç endişeniz de olmasın. Türkiye'yi teslim almaya ne senin çağrı yaptığın AB’nin gücü yeter, nede onların efendilerinin. Ve son söz, yazı hayatına yeniden başladığım, ‘Haydi Bismillah’ başlıklı yazıma, gerek sosyal medyadaki beğeni ve yorumları ile gerek yolladıkları mesaj ve telefon ile arayarak destek veren, iyi dilek ve temennilerini ileterek destek olan tüm dostlara sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.