Onlarca yıldır izlenme rekorları kıran bir tiyatro oyunu sahneleniyor İslam Coğrafyasında. Adı: ‘Demokrasi Geliyor.’ Senaryosu ‘Haçlı’ zihniyeti tarafından kaleme alınan bu tiyatronun yönetmeni değişiyor, oyuncuları değişiyor, figüranları ve kuklaları değişiyor ama izleyicileri asla değişmiyor. Senaryosunda hiçbir sansür’ün olmadığı, kan ve gözyaşının oluk oluk aktığı, acı ve zulmün hüküm sürdüğü, her türlü işkence ve tecavüzün sınırsız olduğu bu tiyatronun biletleri de maalesef kan ve gözyaşı ile alınabiliyor. Buna rağmen izlenme rekorları kıran bu tiyatroyu tahtından kimse indiremiyor. Senaryonun sahibi ‘Emperyalizm’, izleyici kitlenin kimliğini, benliğini, kültürünü, dilini, dinini öyle bir yozlaştırmış ki tiyatronun sonunu bile bile her sahnesini gözünü kırpmadan, yüreği sızlamadan, gözünden bir damla yaş akmadan izliyor, izliyor, izliyor… Ve her defasında bir olmaktan, insan olmaktan biraz daha uzaklaşmış olarak, tiyatronun oynandığı sahnenin asıl sahiplerinin feryatlarını ve yakarışlarını duymadan, Allah’a açılan ellerini görmeden ayrılıyor sahneden. Ve her defasında ‘Haçlı’nın kucaklarına kendi elleriyle bırakıyor ‘Demokrasi Geliyor’ tiyatrosunun oynandığı sahnenin asıl sahibi Müslüman kardeşlerini. (Türkiye’min çırpınışları ve engel olma mücadelesi de maalesef tek başına istenilen sonucu almaya yetmiyor.) 1071’de Sultan Alp Arslan’ın Anadolu’yu Müslüman Türk yurdu yapmasından sonra harekete geçen Hıristiyan dünyası, İslam’ın bayraktarlığını yapan Türklere karşı harekete geçmiş ve 1096 yılında ‘Haçlı Seferleri’ne başlamışlardı. 1270 yılına kadar Müslümanların elindeki ‘Kutsal Topraklar’ üzerinde askeri ve siyasi kontrol kurmak için düzenlenen bu seferler, ‘Sanayi Devrimi’nden sonra başka bir boyut kazanmış ve ‘Petrol Coğrafyası’na hâkim olma şekline dönüşmüştür. Bundan sonra ‘Kutsal Topraklar’ diğer bir ifadeyle ‘Petrol Coğrafyası’ başta olmak üzere zengin yer altı kaynakları olan tüm ülkelerde sömürge faaliyetini artıran İngilizlerin ‘Böl ve Yönet’ (divide and rule) olarak özetlediği sömürge kuralları üzerine yazılan bu senaryo, emperyal güçler tarafında tiyatro oyunu olarak sahnelenmiş ve bu topraklar hiç kurumayan bir kan gölü haline getirilmiştir. Tarihe, Osmanlı İmparatorluğunun duraklama ve reform (1683–1827) dönemi olarak geçen Ayanlar çağında deneyimsiz kişilerin tahta geçmesi ile merkezi yönetimin bozulması, devlet yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasını ve iç isyanların çıkmasını fırsat bilen emparyal güçler harekete geçerek sahneledikleri ‘Böl ve Yönet’ tiyatrosu ile Osmanlı İmparatorluğunu parçalayıp Sevr Antlaşmasını imzalamaya mahkûm etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğunu parçalarken emperyal güçlerin ürettiği bir terim olan ‘Ortadoğu’da İngilizler eliyle Filistin topraklarında kurulan İsrail Devleti bu senaryonun bir üst aşamasının sahneye konulacağının ilk işareti oluyordu. Osmanlı hâkimiyetinden koparılan devletlerde kendi hâkimiyetlerini yani sömürge düzenlerini kurmayı ihmal etmeyen emperyaller, yetiştirdikleri diktatörler aracılığı ile değişmeyen yönetimler kurarak halkı ve yer altı kaynaklarını sömürdüler. 1990’lı yılların başında verimini yitiren bu işbirlikçi diktatörlerin artık değişmesi ve senaryonun bir sonraki aşaması olan “Demokrasi Geliyor” bölümünün sahneye konma zamanı gelmişti. Bu aynı zamanda yeni İsraillerin kurulması anlamına geliyordu. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında da hedefleri için aralıksız mücadele veren bu güçler, Mustafa Kemal Atatürk liderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki senaryolarını hayata geçirmek için her fırsatı kullandılar. Henüz, Cumhuriyetin kurulma aşamasında modern sömürge anlamına gelen ‘manda’ fikrini benimsetmeye çalışan emperyaller, sahada kaybettikleri savaşı masa başında kazanmanın yollarını da aramaktan geri durmadılar. Lozan Antlaşması bunun en net örneğidir. Ülkemiz üzerindeki hedefleri için zemin hazırlayan, yılmadan çalışan emperyal devletler hayata geçirdikleri sağ-sol olayları, alevi-sünni çatışması ve darbeler ile belimizi kırarak hedeflerine ulaşamaya çalıştılar. Değişen ve gelişen dünya düzeni içinde sürekli kendini yenileyen ve güncelleyen kan emiciler, 12 Eylül Darbesinden sonra yeni kuklalarını çoktan harekete geçirmişlerdi. Yeni kukla, ‘Terör’ ile oturdukları yerden istedikleri yeri kana bulayan zalimler, yeni yönetmenleri ABD öncülüğünde ‘Demokrasi Geliyor’ tiyatrosunu tüm Türk-İslam coğrafyasında sahnelemeye başladılar. Sahne hepimizin bildiği gibi, Türkiye, Bosna-Hersek, Afganistan, Irak, Filistin, Tunus, Libya, Mısır, Suriye, Kerkük, Musul, Halep, Kafkaslar, Türk Cumhuriyetleri, Doğu Türkistan ve diğer Müslüman ülkeler. Bahaneler farklı olsa da ulaşılmak istenen hedef aynı. Müslümanları ırk, kabile, aile, mezhep, dil, şive gibi basit nedenlerle bölmek, kışkırtarak iç savaş başlatmak, ardından ‘Kurtarıcı Melek’ rolüne bürünüp demokrasi getirmek bahanesi ile işgal etmek. Ne demokrasi ama! 1980 yılında Irak-İran savaşı ile temelleri atılan, 1990 yılında başlayan Körfez Savaşları ile filizlenen, 1992-1995 yılları arasındaki Bosna Soykırımı ile semiren, 2010 yılında fitili ateşlenen Arap Baharı ile zirveye çıkan demokrasi! Sizin demokrasiniz batsın! Bu nasıl bir demokrasi ki, Irak, Filistin, Tunus, Cezayir, Libya, Mısır, Sudan, Umman, Yemen, Suriye ve diğer Müslüman ülkelerde kan ve gözyaşı oluk oluk akmaya, acı ve zulüm hüküm sürmeye, her türlü işkence ve tecavüz sınırsızca işlenmeye, açlık ve yoksulluk boy göstermeye, bulaşıcı hastalıklar kol gezmeye devam ediyor. Nurettin DAL