Ayette ne buyurmuştu Rab'bimiz “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik. Hepsi de onu yüklenmekten kaçındı ve ondan korktu. İnsan ise onu yüklendi. Gerçekten insan çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb Sûresi, 33:72) Peki ayetteki onu diye işaret edilen emanet ne, bu tılsımlı emaneti insan neden yüklendi? Bu ve bune benzer soruların cevabı hep merak edilmiş, bizde elbette merak ettik! Hemen belirtelim bu konuda farklı görüşler var. Açalım ve detaylara girelim mi?

Bu emanet ile ilgili biri akıl diyor, bir diğeri ruh diyor, kimisi böyle bir şey yok diyor, farklı isimler ortaya koyuyorlar. İşte bundan dolayı biraz araştırayım dedim. Bu konuda Bediüzzaman’ın tanımlaması aklımı ve kalbimi ikna ettiği için istedim ki, sizlerle paylaşayım.

Bilirsiniz, en azından gönül gözü açık olanlar bilir; “Gâfil bir insan, bir ressamın tabiatı taklit ederek yaptığı tabloları takdirle temâşâ ederken, kâinat evini yapan Hâlık’ını takdir hissi duymaz. Oysa hikmetle yoğrulmuş bir kalbe sahip olanlar; ilâhî kudretin tabiatta vücûda getirdiği sonsuz hârikalarda ki güzelliklerin zevkine erer, Cenab-ı Allah’ı da böylece takdir eder…

Biraz daha açayım.

NURLU SÖZLER

Ene konusunda en hakikatli yazıyı Bediüzzüman’ın kaleme aldığı 30. Sözde okuyunca Allah’u Ekber dedim. O mübaek insanın ifadesi ile “Ene, Hz. Adem zamanından, şimdiye kadar  tüm insanlığın etrafına dal budak salan nuranî bir şecere-i tûbâ ile müthiş bir şecere-i zakkumun çekirdeğidir…

Yani insan yaratılışında çift çekirdeklidir. Melek yönümüzü temsilen Tuba, şeytani yönümüzü temsilende Zakkum çekirdeği  insanda iç içedir deniyor.

Bediüzzaman daha geniş ifadesinde ise şöyle deniyor: "Ene, künûz-u mahfiye(gizli hazineler) olan esmâ-i İlâhiyenin anahtarı olduğu gibi, kâinatın tılsım-ı muğlâkının(anlaşılması zorkapalı, gizli mana) dahi anahtarı olarak bir muammâ-yı müşkilküşâdır,(yani müşkülleri açan muamma, zorlukların kapısını açan bilinmez ve anlaşılmaz gizli gerçek) bir tılsım-ı hayretfezâdır.(Hayret verici tılsım, hayret verici gizli ve derin sır)

Görüldüğü gibi bu izahta, bir gizim var, biraz da zor anlaşılıyor,  yani her insanın bu gizemlere ulaşamayacağı ve anlamada zorlanacağı derinlikler içermekte deniyor.

Benim yukarıdan anladım: “İnsan kendi acizliğini ve fakirliğini bilmeli, sonra Yaratan’a hakkıylı saygı gösterip o büyük hazineyi(Rab’bimizin yüceliğini ve kudretini) tanımalı. Bu durumda kendisine hazinelerin kapılarının açılacağı yani manevi dereceler verileceği…” şeklinde oldu.

SORULAR SORULAR VE DE CEVAPLAR

Burada insanın aklına şöyle bir soru geliyor, benim şahsen geldi, sizinkine de gelecektir. Soru şu: "Niçin Cenâb-ı Hakkın sıfât ve esmâsının marifeti enaniyete bağlıdır? Şunu da vurgulayayım ene ve enaniyet konusunu da bilmek gerekiyor…

Cevap olarak kaynaklar diyor ki; "Çünkü, mutlak ve muhit birşeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez; ve üstüne bir suret ve bir taayyün vermek için hükmedilmez, mahiyeti ne olduğu anlaşılmaz.

Tam da Yunus’un şu sözü aklamı geldi. İlim ilim(Alim olan Allah’ı) bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen(haddini, Hak sahibini), bu nice okumaktır”

Bu dörtlükte olduğu gibi, insan Rab’bini tanımak istiyorsa, kendisini tanımalı(insan aciz ve fakirdir ve muhtaçtır)

Böylece kendi hukukunu tanıyan kişiler, kendi yaptığı eserlere bakar. Örneğin; şu evi kendim yapmış isem, koca kainat evini de yapan birisi(Allah) var diyecektir. Kişi böylece kendi sınırlarını, cüzi iradesi ile kavrar.  Sonra Rab’binin hakkını verir. “Buraya kadar benim, ondan sonra Onundur” diye bir taksimat yapar. Kendindeki ölçücüklerle onların mahiyetini yavaş yavaş anlar. Özetle insanda şer ve iyilik iç içedir. Terazinin hangi kefesi baskın gelirse, o tarafın dedikleri olacaktır. Eğer iman güçlü ise iyilikler devam eder. Aksi  takdirde isyan eder, insan olmanın felsefesini yaparak inkara gider.

Allah emaneti hakkıyla yerine getiren, emanetine ihanet etmeyen bir yaşam sürdürmemizi nasip etsin.

Kalın sağlıcakla.