Tohum ve Toprak konusunda bugün dördüncü yazımı yazıyorum. Yazar Reşat Nuri Erol’un yazılarından da  esinlenerek kalema aldığım yazı dizisinde; aslında çok önemli konuları ele aldık.

Bu yazıların içeriğini hatırlayalım: “En başta ‘Dünya İmparatoru’ ve ‘Yeni Dünya Düzeni’ kavramlarının mucidi Rockefeller olduğunu. Amaçlarının uyum adı altında yalnızca ekonomiyi değil, aynı zamanda kırsal toplumların gelenek ve kültürlerini dönüştürmek ve değiştirmek olduğunu vurguladık.

Proğramlarının kapsam alanı içine Çin’de, Meksika ve Türkiye gibi ülkelerin de girdiğini belirttik. Hatta bu yeni dünya düzeninin bir siyonist proje olduğunun altını çizdik.

Dünya kamuoyunu yalanlarla, yada pembe renkli projelerle aldatmaya çalışıyor için Erol, yazısının bir kısmında ise sürecin başlangıcı ile ilgili şu değerlendirmeyi yapmış. Der ki:  “1943 yılında geliştirdikleri ilk hibrit buğday için bu tarımsal dönüşümü işaret eden ‘Yeşil Devrim’ kavramını kullandılar. Bu devrim yalanının arkasında ülke ve insanları kendilerine bağımlı kılmayı amaçlayan bir strateji mevcut. Verimli tohum aldatmacası ile geleneksel tohumun yerine laboratuarda yaratılan melez/hibrit tohumu satmak ve kendilerine bağımlı hale getirmek. Doğal evrimin sonucu milyonlarca yılda oluşan yapıların, laboratuarlarda her geçen gün daha fazla gen transferleri yaparak değişikliğe uğratılması sonucu genetik kirliliğin vücudumuzda yarattığı tahribatları her birimiz acı da olsa yaşamaktayız. Zira bu yeni genleri vücudumuzdaki mekanizmalar tanımıyor.

(Bakın bunlar ciddi iddialar, yazar yalan bir devrimden bahsediyor, insanları bağımlı hale getirmeyi ve genetik kirlilikle tahkip ettiklerini yazıyor. İstersenizi bunları biraz düşünelim.)

BİRAZ DAHA GERİYE GİDELİM

Aslında tehlike yüzyılın başında projlendirilmiş. Şöyle ki: “İlk defa 1919 yılında Macar Karl Ereky tarafından ‘Biyoteknoloji’ terimi ortaya atıldıktan sonra DNA moleküllerinin nasıl faaliyete geçerek organizma ürettikleri konusunda çalışmalar hızlandı. Rockefeller Vakfı destekli araştırmalar ise 1930’lu yıllardan sonra ‘Moleküler Biyoloji’nin ortaya çıkmasını sağladı. O dönem Harvard Üniversitesi’nde Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) üzerine araştırmalar yürüttükleri iddia ediliyor.

Şu cümleye dikkat buyurun: “GDO ise bitkinin bir geni ile oynadığınızda tüm genleri arasındaki ilişkileri bozmanız anlamına geliyor. GDO’lu gıdaların vücutta nasıl işlendiği araştırıldığında bu gıdaların sahip olduğu DNA parça genlerin, kan dolaşımına geçtiği saptandı.

POLİTİK YÖNÜDE VAR

Diğer yandan işin politik tarafına bakıldığında, Türkiye boyutunda tarımın siyasi stratejinin en önemli silahlarından olduğunu görüyoruz. ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger tarafından tarım, petrol politikası ile beraber ABD stratejisinin en önemli silahı olarak görüldü. O’na göre insanları gıdaya bağımlı hale getirmek, kendilerine bağımlı hale getirmenin temel koşuluydu. Bu sebeple sözde dünya açlığını gidermek amacı ile ‘NSSM 200’ adı altında Rockefeller’in isteği ile bir proje başlattılar.

İlk adım Hindistan’da hibrit mısır ile atıldı. Hindistan Ziraat Araştırmaları Konseyi ile ıslah çalışmaları başlatıldı. Karayipler, Orta Amerika ve Tayland projelerin uygulandığı ülkeler oldu. Hindistan’da ilk yıl verim alınamadı, bunun sebebi ise kimyasal ilaç kullanılmaması idi. Hibrit tohumlar ilaçsız mahsul vermiyordu. Sonrasındaki yıl çok iyi verim alındı vee bunun ardından Hindistan o yıl dünyanın en büyük tohum alımını gerçekleştirdi (18 bin ton buğday 2.5 milyon dolar).

TOHUM VE STRATEJİ

Tohum çok stratejik bir öneme sahipti. Irak’ta kuraklık sonrasında 73 bin ton buğday ve 22 bin ton arpa Meksika ve ABD’den ithal edildi. Bu tohumlar cıva içerdiğinden 1971 yılında Irak’ta tahıl zehirlenmesi oldu. Oysa İsveç ve İngiltere bu nedenle bu tohumların ülkelerine girişini yasaklamışlardı. Bu tohumlar bilerek çok düşük fiyatla Irak’a satılmıştı, çünkü sosyalist Baas Partisi ülkesinde petrolü millileştirmişti. Bu tahılları tüketen yüzlerce insan ve verimli sığır zehirlenip can verdi. Irak bugün cıva nedeni ile en yüksek parkinson hastalığı oranına sahip ülke. Neticede bağımsızlık taraftarı her ülke bir şekilde kontrol edilmeliydi, gıda ve de tohum ile de olsa...

 Peki kim bunlar? Yani Kur’an da tanımlanan:“Onlar yetkiyi ele geçirince ekini ve nesli bozarlar” (Bakara, 2/205) ayetinin muhatabı işte bu zihniyet sorununu cevabındaki kişiler. Yani üst akıl.