Eskiden her mahallede veya enazından bir kentte mutlaka sözünü ve ilmini itibar edilen ülemalar varmış. Mış diyorum, şimdi onlar neredeyse yok gibiler. Bundan dolayı olsa gerek, ümera da doğru yönlendirilemiyor.
Biraz gerilere gidelim isterseniz. Ulema alim sözünün çoğulu olup alimler demektir. Osmanlı Devletinde din bilginine alim denir. Alimin çoğulu da ulemadır.
Şükrü Hanioğlu bu konuda bir kitap yazmış der ki: “Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında ve Türkiye Cumhuriyet'inin ilk döneminde ilmiye sınıfı içindeki entelektüel tartışmaları ve siyasi hareketleri inceledim. Birbirine rakip vizyonların dini eğitimde yapılacak reformlar ve medreselerin modernizasyonu tartışmalarını nasıl etkilediğini ortaya çıkartmaya çalıştım…
Osmanlı Uleması ve Türkiye Cumhuriyeti sadece Osmanlı ulemasının modernitenin meydan okumalarına farklı şekillerde tepki verdiğini göstererek değil, aynı zamanda imparatorluğun son döneminde, yaygın olarak farz edilenden çok daha önemli bir rol oynadığını ispatladım…” Kitabın tamamını okuduğumda inşallah daha geniş yorumunu sizlerle paylaşacağım.
Şunu söylemek istiyorum. Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte bile ülema bölünmüş. Oysa aklın yolu bir değil mi? En azından ortak noktalarda alimlerimizin bir araya gelmesi gerekir diye düşünüyorum. İşte bu bölünme ülkemizde ilmin yeterince gelişmemesine de sebep olmaktadır.
NÜFUS ARTTI AMA ALİM AZALDI
Yine geçtiğimiz hafta Yazar Mustafa Yürekli, buna benzer bir konuya girerek; ülkemizde nüfus arttı ama alim azaldı başlıkla bir yazı kaleme aldı. O yazısında Yürekli: “Cumhuriyet döneminde, uygulanan yanlış politikalar yüzünden, dini hayatta görev yapan İslam alimi sayısı gittikçe azaldı ve alimlerin nitelikleri de gün be gün düştü…”
Bu görüşe katılır veya katılmazsınız ama ülkemizde ilim ortak paydasında bile buluşamadığımız bir gerçek. Açık oturumlara bakıyorsunuz, karşı fikirli insanlar adeta görüşlerini ortaya koyarken ‘kükrüyorlar’ bu defa geriliyor ve dinlemekten vazgeçiyorsunuz…
Neyse biz Yürekli’nin o yazısında bir alıntı daha yapıp, devam edelim konumuza: “Üniversitelerde yapılan sosyal bilimler araştırılmalarındaki tespitlere göre; nüfusun 1923’ten 2020’ye, yüz yıl sonra, 13 milyondan 5, 6 kat, yani 70 milyon artarak 83 milyona ulaştığı saptanmaktadır. Böylesine devasa nüfus artışına karşın ihtiyaç duyulan İslam aliminin sayısı her yıl biraz daha azalmaktadır…
Alim sayısının düşmeye devam etmesi nedeniyle 21. yüzyılın ikinci çeyreğine girerken toplumun dini hayatının gittikçe gerilemesi akademik çevrelerde problem olarak tespit edilip çözülmesi gerekmez mi?” İşte bence bu sorunun cevabını net olarak ortaya koymak gerekiyor.
HOŞGÖRÜ YOK, SALDIRI KABUL EDİLEMEZ
Şu anda insanlar babadan, dededen gördükleri ile Müslümanlığını yaşamaya çalışıyor ve gerek sosyal medya da veya diğer basın yayın organlarında çıkan ilim ehli insanlar ise bilmemiz gereken konuları öğretmek ve örnek olmak yerine, tartışmalı konuları gündemlerine alarak, medyatik olmaya çalışıyorlar(Yapmayanları tenzih ediyorum)
Bir Müslüman olarak ben, inancıma saldırı olmadıktan sonra karşıdaki insanın inançlarına saygı duyuyorum. Çünkü benim dinem bana, onan dini kendisine. Allah böyle buyurmuyur mu? Kimsi bir diğerinin dini hayatına, kültürüne dayatma yapmamalı ve saygı duymalı.
Önceki gün Yeni Söze Gazetesi Yazarlarından Hemşehrimiz Ahmet Doğan İlbey köşesine benzer bir konuyu taşıdı. Yazar Sevan Nişanyan sosyal medya hesabından Elazığ depreminden dolayı Elazığlı vatandaşlara hakaret ettiğini belirtiliyor…” Ben o hakeretleri yazmaya utandım.
Ya hu! Nişanyan, Müslüman mahallesinde salyangoz satıyorsun. Sonra da Müslümanların sizi sevmesini ve saygı duymasını bekliyorsun. Siz ve sizin gibi düşünenlere saygı duymuyorum, aynı zamanda kınıyorum. Olur mu? Bir toplumu töhmet altında bırakmak. Hangi dinde var, Allah aşkına yapmayın böyle şeyler! Zaten devlette gerekli soruşturmayı başlatmış.
Şunu söylemek istiyorum, velhasıl gerçek ülema yetiştirmek ve ülemaya saygı duymamız gerekiyor. Böyle olursa, yolumuz aydınlanır.
Kalın sağlıcakla.