İman eden bir kimse, zahiren her şeyini yitirmiş olsa dahi yine de en ufak bir ümitsizliğe kapılmadan, sabırla, şevkle her şeye en baştan başlayabilir. Sahip olduğu bu şevk; kadere imanından, Allah’a duyduğu sevgi ve güvenden, Kuran ahlakını benimsemiş olmasından ve dünya hayatının geçiciliğini kavramış olmasından kaynaklanır.
Allah’ın ayetlerini ve O’na kavuşmayı ‘yok sayıp inkar edenler’; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azap onlarındır. (Ankebut Suresi, 23)
Bu konuda görüldüğü gibi hüküm açık, çünkü ümitsizlik insanı moral çöküntüsüne sokabilir. Aynı zamanda inanç zayıflığı bu ümitsizliğe sebep olur. Çünkü hüküm Allah’ındır, O ne derse o olur,
Konuyu biraz daha açayım: İnsanın mutlu ve huzurlu olmasını sağlayan manevi etkenlerden biri “ümit var” ruh halidir. Bu, bir insanın yaşamını sağlıklı olarak sürdürebilmesi için de gerekli olan en önemli konulardan biridir. Nitekim dünya üzerinde “ümit var” ruh halini tam anlamıyla yaşamadıkları için acı ve sıkıntı çeken, kendi kendilerine zulmeden çok sayıda insan vardır. Ümitsizlik insanı hastalıklara, hatta ölüme dek sürükleyebilecek şekilde moral çöküntüsüne sokar. Önlerini gören tutumu hayatı boyunca karşılaştığı bütün olaylarda kendini gösterir.
ÜMİTSİZLİK BİZE YAKIŞMAZ
Ümit insanın en önemli sermayelerinden biridir. Ümit ne kadar iyi ve olumlu ise¸ ümitsizlik de o kadar kötü ve olumsuz bir duygudur. İnsanlar yatırımları¸ iyilikleri¸ sermayeleri¸ amelleri varsa ümitli¸ bunlar yoksa ümitsiz olurlar.
Ağacı diken meyve umar¸ dikmeyen ise ya dikenden umar veya günün birinde karamsarlığa düşer ve ümitten yoksun kalır.
Tam da burada bir konuya dikkat çekmek isterim, sabırlı olmak gerekiyor. Zira 3 yıl önce bir yerden başka bir yere taşıdığım zeytin ağaçları daha yeni yeni yaprak vermeye başladı. Emek, sabır, bilinç ve dua ile…
Hem ümidin hem de ümitsizliğin yani korkunun aşırısı hastalığa yol açar. Bu sebeple denge nizamı olan dinimiz¸ hayat kitabımız olan yüce Kur'ân ve dinin en güzel tebliğcisi¸ Kur'ân'ın ise en iyi müfessiri olan Hz. Peygamber (s.a.v) de insanda var olan bu duyguları dengede tutmuştur.
İNANMAK İNSANA KAZANDIRIR
“Genel olarak İslâm mü'min insanın korku ve ümit aramasında yaşamasını¸ bu ikisi arasında makul bir denge kurmasını prensip kılmıştır. Mü'min aczine¸ kusurlarına¸ günahlarına ve kayma ihtimaline karşı hep bir korku içinde yaşamalı. Ancak bu korku¸ hayatı zehir edecek boyuta ulaşıp adım atmasına engel olacak bir korku¸ tereddüt ve kararsızlık şeklinde olmamalıdır. Zira bu gibi korkular farklı psikolojik hastalıkların davetçisi olabilir. Günah işleyeceğim diye eve kapanmak¸ haram karışır korkusuyla ticaret yapmamak¸ gıybet ederim diye insanların arasına katılmamak İslâm'ın mü'minden istediği davranışlar değildir. O zaman Yüce Allah'ın bizden istediği¸ Hz. Peygamber (s.a.v)'in de öğrettiği korku¸ gerçek anlamıyla bir mü'min endişesi ve sorumluluğudur. Bu endişe ve sorumluluk zaman içerisinde şuurlu bir bilince ve hayat tarzına dönüşür. Bunu kazanabilen mü'min ticaretinde¸ helal-haram çizgisine dikkat eder¸ sokakta vakarını korur¸ insanlarla ilişkisinde de malayani şeylere iltifat etmez.
Öte taraftan mü'min¸ kendi yapabildiği ve Allah'ın nimetleri karşısında fazlaca bir değer taşımayan amellerine değil¸ Allah'ın geniş rahmetine bakarak her zaman ümit var olmalıdır. "Ümit fakirin azığıdır." denir ama aynı zamanda bu ümit denilen büyük sermaye mü ‘minin de azığıdır. Fakat ümit var olmak kuru kuruya¸ "Benim ümidim var." demekle olmaz. Ümit taşımak için belli yatırımların yapılması ve gerekli adımların da atılması gerekir. (Kay. Somuncu Baba Dergisi )
Şunu söylemek istiyorum, yeryüzünün hâkimi, Kadir-i Mutlak olan Cenab-ı Allah’tır, O ne hüküm verirse o olur. Bunun için lütfu da hoş, kahrı da hoş demiştir şair. Asla korku yok, onlar plan yapar, Cenabı Allah’ın planı yerine gelir o kadar…
Kalın sağlıcakla.