Sonsuz Denebilecek kadar çok sayıda duyguyla donanmışız.
Her bir duygumuz, birer el gibi, etrafımızdaki her birşeyi bizim dünyamıza devşirmede.
Gözümüz manzaralar, kulağımız sesler, dilimiz tatlar,aklımız hikmetler, kalbimiz sevgiler devşiriyor. Böyle nice duygu ve kabiliyetverilmiş bize; onlar sayesinde, etrafımızdaki eşya ile küllî bağlar kuracakşekilde yapılmışız.
Sağımız ve solumuz, önümüz ve ardımız binbir “eşya”yladolu.
Her ne yana bakarsak bakalım, zerreden galaksiye,hücreden yıldıza, değişik “şey”lere muhatap oluyoruz. En küçük mevcuttankâinatın tümüne kadar, daima değişen, daima yenilenen görünüşler içinde,önceden belirlenmiş bir maksadı ifa eden sayısız eşyaya muhatabız. Zerre, atom,molekül, hücre, bitkiler, hayvanlar, sair insanlar, dünya, ay, güneş sistemi,galaksiler derken, derinliğini ve genişliğini bile kestiremediğimiz bir “âlem-ieşya” ile yüzyüze yaşıyoruz.
“Eşya”, yani etrafımızdaki herşey, belirli ve öncedenbiçilmiş bir maksat istikametinde, durmak bilmeksizin duygularımıza hitapediyor. Tadı, kokusu, şekli, nakşı, küçüklüğü, büyüklüğü, sırrı, gizemi,hikmeti, işleyişi derken, bizi kendisiyle bağ kurmaya çağırıyor. O kadar kiinsan oluşumuz dahi onlara bağlı. Nitekim, etrafındaki tüm bu eşya yokmuşçasınayaşayan kişiler için “insan” demeye dilimiz el vermiyor. Ve, “insan nedir?”sorusuna, kâinatı işin içine katmadan, cevap bulamıyoruz.
Çünkü her bakımdan kâinatla ilgiliyiz. Midemiz, ancakmuhtaç halde yaratıldığı sayısız yiyecekle birlikte anlam kazanıyor.
Gözümüz, gördüğü eşya sayesinde değer buluyor. Sevmeduygumuz, gerçekten var olabilmek için, sevmemiz gereken ve de sevdiğimizşeylere muhtaç. “İnsan vücudunun ısıya ihtiyacı”ndan dem vururken, elbette buihtiyacı ısıyla birlikte düşünmeye mecbur kalıyoruz.
Tüm bu örnekler ile öğreniyoruz ki, insan her birözelliği ile kâinat bütününün ayrılmaz bir parçasıdır. Öyle ki, eğer bizdenirtibatlı olduğu “çevre”siyle birlikte bir insan resmi çizmemiz istenseydi,mutlaka bir kâinat resmi çizmemiz gerekirdi. Yani, insan kâinat içinde bir odaknoktası hükmünde; insan onsuz olamıyor, kâinat da insansız.
İster gözümüzü yumalım, ister kalbimizi köreltelim, bugerçek değişmiyor. Gözümüzü yumsak da, o yine görecek; ama kendi gözkapağımızıgörecek. Kalbimiz yine sevecek; ama sadece kendimizi sevecek. Fakat “kendi”mizbile, bizi kâinatla irtibatlı kılmaya yetiyor.
Kısacası, insanı kâinattan ayrı düşünmek pek mümküngörünmüyor. Her bir insan, istediği müddetçe, kâinatla dilediği genişlikte birirtibat kuracak halde yaratılmış.
Herkesin bu dünyada koca bir dünyası var. Âdeta insanlaradedince dünyalar birbiri içine girmiş. Duyguların, düşüncelerin, sezgilerintarlası, işte bu dünyalar.
Her bir duygumuzla, her bir kabiliyetimizle bu hususîdünyalara muhatap oluyor; eldeki istidat tohumlarını oraya ekiyor; daha genişve sonsuz bir âlemin fidanlarını orada büyütüyoruz.
Maamafih, tarlayı boş bırakmak yahut tohumları çürütmekde elimizde.
Ne ki, insanlığımız bunu istemiyor.
Yunus’un deyişiyle “kervan göçmüş”, biz ise “dağlarbaşında”yız. Ve elimize, kervana yeniden kavuşmak için kalb verilmiş, akılverilmiş.
Sayısız duygularla donatılmışız. Kalbimizle akledip,akabinde ortaya çıkan tefekkür mahsullerinin “vatan-ı aslî”mizde bize sunulangerçeğe uygunluğunun farkına vardığımız yerde, rahat ve huzur buluyoruz.
Bu daima değişen fani dünyada, değişmeyen asıl vatanıhatırlatan, bizi oradaki ezelî va’de ulaştıran bu geçici vatanı, seviyoruz da.
Ama her insan, kendi âleminde onu vatan-ı aslîyeulaştıracak bir vatan edinememiş olabilir. Duygularına, hiçbir yerde, Onagötüren bir ma’kes bulamayabilir. Tefekkür için ektiği tohumlar, hep tahripediliyor olabilir. İşte eğer bir yerde, ruhumuza ayna olabilecek fidanlaryetişmiyor, tohumlar filiz verip kök atamıyorsa, o yeri terk etme lüzumu ortayaçıkar.
Bu hicret, ilelebet sürecek değildir; bir son durağıvardır.
Son durak, ruhun Rabbini tanıyabileceği, Rabbininkendisini tanıttırmak için göndermiş olduğu delilleri okuyabileceği yerdir.
Tefekkür tohumlarının filiz verebildiği diyardır.
Yani vatandır; insanın vatan-ı aslîsini hatırlatan, şudünyadaki vatanıdır.
Kalın Sağlıcakla…