Önceki akşam, TRT Haber, yalnızlık üzerine bir haber yapmış. Haberde, yalnızlık yaşanların psikolojisi başta olmak üzere, sindirim sistemi bile bozuluyor, deniyordu. Dolayısı ile bugün yalnızlık konusunu işleyip, bir Müslümanın hiçbir zaman yalnız olmayacağı ile ilgili bir değerlendirmede bulunacağım. İnşallah, ilginizi çeker.
Dr. Özlem Kılıç yalnızlık konusunu bizlere şöyle anlatıyor. “Yalnızlık, bir insanın boşluk duygusuyla karışık kendini dünyadan kopmuş hissetme durumudur. Yalnızlık çeken insan başka insanlarla anlamlı bir iletişim kurmakta zorlanır. (Buraya dikkat buyurun!)Ancak bazen insanlar bilinçli olarak tek başlarına kalmayı tercih eder, yalnız olmaktan zevk alırlar. Bu, yalnızlık duygusundan farklı bir durumdur. Yalnızlık duygusu, istek dışı yalnız kalmak sonucunda ortaya çıkar. Yalnızlık çeken insan terk edilme, dışlanma, depresyon, güvensizlik, umutsuzluk, anlamsızlık, değersizlik ve kızgınlık duygularıyla doludur. Kendisinin hiç kimsenin sevgisini hak etmediğini düşünür, bu yüzden de sosyal hayatta zorluk çeker.
MAĞARA HAYATI VE YALNIZLIK
Biliyorsunuz, Efendimiz(sav)Hira Mağrasında yalnız, tefekkür ederken Cebrail(as) ile nura boğuldu, yalnız mıydı? Değildi….
Sonra, Afşin İlçemizdeki Yedi Uyurlar diye bilinen mağarada, Allah dostları uzun bir süre uyuya kalır ve uyandıklarında, herşeyin değişmiş olduğunu görürler. Peki onlar üçyüz yıl o mağarada yalnızlar mıydı? Değildi.
Yine Efendimiz(sav) Sevr Mağrasında arkadaşı Ebubekir(ra) ile birlikteydi, o korktuğunda; “ Korkma ya Ebubekir, Rabbim(cc) bizimle dediğinde yalnızlar mıydı? Değildi.
Hz. Yusuf kuyuya atıldığında(sav) yalnız mıydı? Değildi.
Yine Hz. Yusuf(sav), Züleyha ile başbaşa kaldığında yalnız mıydılar? Hayır değillerdi. Bunu nerden anlıyoruz? Anlatayım, ilgili ayette Hz. Yusuf’un Züleyha’nın güzelliğine kapılmaması için Cenab’ı Allah, “O’nu çeviriverdik!” diyor.
Yani bütün bu olayları yan yana getirdiğimizde, bir Müslümanın kesinlikle yalnız olmadığını bilmesi gerek, zaten yalnız de değil.
HALVETLER OLMADAN DERVİŞ OLUNMAZ
Sevgili Kardeşim Ahmet Doğan İlbey, önceki gün Yeni Akit Gazetesindeki köşesinde Ulvi Mağara Sakinleri başlıkla harika bir yazı kaleme almış. Yazının gelişme bölümünde, “Mağara Halvetleri” Olmadan derviş olunmaz diyerek, abidlerin ruh hayatını şöyle anlatıyor.
“Eskiden âbidler Hakk’ın zikrini yapmak ve halktan uzaklaşmak için bir mağaraya çekilirlerdi. Tasavvufta mağaraya çekilmek, cezbeli bir hâl ve zikir içinde bir müddet yalnız başına olmaktır. “Mağara halvetleri” olmadan, mağarada inziva çekilmeden derviş olunmazmış. Dervişlerin mağaraya çekilmesini, denî, yâni dünyâlık olandan sıyrılıp kendi benliğini Allah’a hasretmesini anlatan kıssayı bilmeden mağarayı kavramak zor.
Mürşidi, Niyâzî-i Mısrî Hz.lerini nefsini tezkiye için bilerek azarlar ve dergâhından kovar. Mısrî Hz.leri bir mağaraya çekilir, ağlar ve dua eder. Bir müddet sonra mürşidini mağaranın kapısında görür. Mürşidi, “Bu mertebeye ulaşman için seni denedim” der. Bu hâdisede mağara, ehl-i irfan için kendine gelme ve nefsini tezkiye etme mânasındadır.
Hz. İbrahim’in Nemrut’tan korunmak için sığındığı mağara onun peygamberliğe giden yoldaki imtihanın ilk mekânıydı. Hz. Eyyüb’ün, hastalığı için çekildiği mağara ilâhî hikmetlerin tecelli ettiği imtihan yeri, yâni sabır ve çile mağarasıydı…” Diyor ve yazının son kısmında da şöyle bir soru yöneltiyor, günümüz insanına. Soru aynen şöyle.
Sual şu: “Modern, yâni hızlı hayat geçit vermiyor…Müslümanları yahut mekanik Müslümanlar modern-kapitalizmle kavrulan şehirlerde ulvî mağara sâkinlerinin uzletini yaşamayı düşünmüşler midir?
Cevabı size bırakarak, yazımı şöyle tamamlamak istiyorum. Bir insanın imanı sağlam ise herşeyin Allah’tan geldiğini bilir, şairin ifadesi ile Rabbe sığınır; “ Lütfunda hoş, kereminde hoş! Der…
Günümüz insanı, ruhi hastalıklar içinde yüzdükleri için ya da herşeyi maddi düşündüğü için kendini yalnız hissediyor. Bu yalnızlığı inançsız batı ve doğu insanı daha fazla hissederek, intihara bile teşebbüs edebiliyor. ..
Peki kalın sağlıcakla.