Biz Müslümanlar safız, herkesi kendimiz gibi biliriz. Çünkü zahire hükmederiz. Öyle ya adamın kalbini ne bilelim?
Münafık ise bunu bildiği için hilecidir, rahatlıkla fitne çıkartır, görüntüsü, sözü, cilveleri ile bizi rahatlıkça aldatır. Bunun için görüntüye aldanmamak, muameleye bakmak gerekir. Aslında Müslüman uyanık olmalı aynı zamanda basiretli. Öyle bir basiret sahibi olacak ki, insanın dışından içini görecek.
Mevlâna dış görünüşe aldanmamak gerektiği konusunda der ki; “Saçın sakalın ağarmasıyla adam adam olmaz! Saç ağarması, ancak gözü bağlı ve kısa görüşlü kişiye göre pişkinlik alametidir. O mukallit, alamet olarak delilden başka bir şey bilmediği için daima buna yol arar. Onun için, bir işe girişeceksen o pire danış! Çünkü o, taklit perdesinden çıkmış kurtulmuştur da ne varsa her şeyi Allah nuru ile görür. Onun pak nuru delilsiz, beyansız deriyi yırtar, içi meydana çıkarır.
Yalnız dışı görene göre kalp nedir, geçer altın ne? Hurma sepetinde ne var? O bilir.
Nice altınları, hasetçi hırsızların elinden kurtulsun diye dumanlı karartmışlardır.
Nice bakırlar vardır ki aklı kıt olanlara satsınlar diye onları altın suyuna batırmışlar, altın yaldızla yaldızlamışlardır!
Biz bütün ülkelerin iç yüzünü görenleriz. Gönlü görürüz, dışyüzüne bakmayız biz.(Burası çok önemli lütfen tefekkür ederek değerlendirme yapalım)
HÜKÜM VERİRKEN ZAHİRE HÜKMEDİNCE
“Zahiren etrafında dönüp dolaşan kadılar, zahiri görünüşe göre hükmederler.
Birisi şehadet getirip imanını gösteren bir şeyi yaptı mı, bunlar derhal o adamın mümin olduğuna hükmederler.
Bu suretle de nice münafıklar, zahire sığınmışlardır. Böylece de yüzlerce iman sahibinin kanını gizlice dökmüşlerdir.
Çalış, çabala da akıl ve din piri ol! Bu suretle akl-ı küll gibi iç alemini gör…”(s. 129 Çeviri Veled İzbudak/Konya Büyük Şehir Beld)
Bu bölümün sonunda Mevlana ahmaklığın gecenin zifiri karanlığından daha karanlık olduğunu, aklın iman nuru ile parladığında ise güneşten daha parlak olacağından bahsederek, bizi Müslümanların çok uyanık olması gerektiğini, basiret sahibi olmak gerektiğini vurgular. Böylece zahir perdesinin arkasına sığınan münafıkları bilmemiz gerektiğini öğütler.
YORUM AÇIK
İşin aslı, bizlerde bu aldanmışlığı yaşadık, millet olarak yaşadık, ümmet olarak yaşadık, kimilerini sonradan anladık ama iş işten geçti. Beyaz Türkler ve Küresel Sermayeye İnfaz kitapları okuyanlar bu söylediklerimi daha iyi anlayacaklardır diye bilirim.
Hatta şu anda bile beyaz elbisiye(Müslümanlığa) bürünüp, dışa ak, içi kap kara olan insanlar olduğu söylenebilir. Bunları kimimiz fark ediyoruz, kimimiz bilemiyoruz!
Yani aldatılmaktan bahsediyorum. Münafıklar bal gibi bizleri aldatıyorlar, birde bunlara müttefik demiyor muyuz? Vay vay, ne müttefikler öyle?
Ya biz Müslümanlar, ne zaman ilim ve irfan sahibi olup, takvamızla o kalbi ve zihni kararmış münafıklara karşı Allah’ın nuru ile nurlanacağız.
Dost ve düşmanı nasıl ayırmamız gerektiğini sakın bizlere öğretmediler demeyin, elinde Kur’an olan bir insan eğer hakiki manada o kitabı tefekkür ederek okuyorsa mümin ile münafığı ayırır!
Biz Mevla’nın şu sözü ile bitirelim : “ Alı yoktur ki dirilikten dem vursun, yarım aklı bile yoktur ki ölsün, kendisini ölü bilsin!
O akıllıya karşı tam bir ölü hale gelsin de kendisini aşağılık yerden dama yüceltsin. Tam aklın yoksa kendini ölü hale getir. Sözü diri akıllıya sığın. Böyle olmayan adam diri değildir!” Galiba biz bu tiplerdeniz.
Ne diyelim Allah basiret versin bizlere. Çünkü Allah’ın(cc) nuruyla nurlanmış bir insan aldanmaz ve aldatmaz.
Hadi kalın sağlıcakla.
Merak edenler, o kitapları okumaları gerekiyor.
Kalın sağlıcakla.