Bir insan zeki olur ancak akıllı olmayabilir(olabilirde), yani akıllı olmak ayrı şey, zeki olmak ayrı şeyler. Yetenekli olup olmamak da böyledir…

Şöyle ki, daha önceki yazılarımızda insanların ilgi, yetenek ve baskın zeka gurupları ayrı ayrı şeylerdir dedik. O halde bu konuyu biraz daha açalım. Bir çocuk hem zeki, hem akıllı hem de yetenekli olacağı gibi, bunlardan biri de olabilir veya hiçbiri olmayabilir. Çünkü farklı yaratılmıştır insanoğlu…

Dolayısı ile ilkokuldan sonra yavrularımızı ilgi alanları, baskın zeka gurupları ve yetenekleri tespit edilmeli, buna göre yönlendirilmeli, mutlaka ruhsal zekası geliştirilmelidir. Yani ahlaki değerlerle donatılmalıdır. Sonra ilgi alanları doğrultusunda eğitimlerini tamamlamalıdırlar…

Bir insanın akıllı olması ayrı şey, zekalı olması ayrı şeyler dedik. Bir kısa örnekle açıklayalım. Öyle zeki insanlar var ki, bir bankanın içini boşaltabiliyor!

Eğer bu insan bizim tanımladığımız manada akıllı olsaydı(yani güzel ahlaklı olsaydı)böyle bir girişim yapmazdı. Çünkü akıllı insan aynı zamanda, kendisine, toplumuna ve değerlerine karşı saygılıdır, sorumluluklarını da bilir. Kendisinin Allah(cc) tarafından gözlendiğinin farkındadır. Yasal ve etik olmayan bir davranışı sergilemez.

Aslında bunların her biri ayrı ayrı detaylandırılmalı ancak, biz bu gün Osmanlı’nın bu işi nasıl yaptığını ve bu alanda ilmi çalışmalara ayrı bir önem verdiğini de hatırlatmak esas konumuza girelim istiyoruz.

Mesela yönetim alanında Enderün okulları vardı. Osmanlı’da Enderun bu işi görüyordu. “ Zeki, yetenekli, şahsiyetli çocuklar seçilerek Enderun’a gönderiliyor, orada eğitim görüyorlar ve sonradan da devlet idaresinin her kademesinde görev alıyorlardı. Osmanlı’yı altı yüz sene ayakta tutan sırrın başında bu eğitim anlayışı geliyordu.

FRANSA’DA BUGÜN BİLE DURUM FARKLI DEĞİL

D.Ali Daşçı birkaç gün önceki yazısında şöyle diyor: “Bugün Fransa’da Halen şatolar vardır. Bu şatoların topraklarına izinsiz basmak suçtur. Şatoda yaşayanlar, Fransız nüfusunun % 2’sini teşkil eder. Bu aileler çocuklarını sıradan okullara göndermez, evlerine öğretmen alarak çocuklarını eğitirler. Çocuklarını halkın içine karıştırmazlar. Pahalı yarış atları beslerler. Sonra da burada eğitilen çocuklar özellikle dış işlerinde ve devlet kademelerinde görev alırlar.

Allah bütün insanları farklı farklı yaratmıştır. Eğitimde zeki, yetenekli ve kişilikli çocukları seçip onlar için ayrı bir eğitim sistemi uygulamak, yaradılış kanununa da uygundur. Hayatta “eşitlik” denilen bir kavram asla yoktur – adalet dışında- Farklı olarak yaratılmış insanları kategorize ederek, onları yetenekleri doğrultusunda eğitmek, başarının da en kestirme yoludur. Haydi bir yemeğe eşit malzeme koyalım; bir kaşık yağ, bir kaşık tuz!.. Yenir mi bu yemek? Hayat da böyle bir şey işte; herkesi yeteneğine, anlayışına göre eğitirseniz o hayat tat verir; aksi ise acı, tuzlu bir hayat olur.

EHLİYET VE LİYAKAT MESELESİ

Bugün herkesin şikâyet ettiği konu nedir? Ehliyet ve liyakat! Bunu ta okul sıralarında tesbit etmezseniz bütün işleriniz aksar.

Bütün bunların yanında çocuklarınıza irfanî bir eğitim de vermek zorundasınız, geleceğinizin aydınlık olması için. İrfan, bir yemeği dengeli karışımla pişirmek demektir. Eşit değil, dengeli. Hayatın tat alabilmesi için de arif, ehliyetli, liyakatli, yetenekli insanları iş başına geçirmek gerekir. Yoksa hayat yaşanmaz olur.”

Şunu söylemek istiyorum, Osmanlı dahil dünya siyasetinde ön planda olan devletler, eğitim sistemleri ile tarih yazmışlardır.

Bunun için önce insan diyoruz, Osmanlı deyince bir kısa hikaye ile bitireyim yazımı, konu daha iyi anlaşılsın diye.

Osmanlı’da Enderun’a öğrenci seçilirken sadece zeki, akıllı, çalışkan, yetenek aranmıyor, tamamı birlikte çocuğun kişi hak ve hürriyetlerine saygılı, daha doğrusu kul haklarını bilen, başkası için yaşamayı bilen çocuklar taranırmış. Mesela bu durumda çocukların önlerine bol etli yemek konur, ölçülü şekilde yemekten yiyen, hatta kendi yiyeceği eti karşısındaki arkadaşına ikram edecek gözütok çocuklar seçilirmiş…

Peki kalın sağlıcakla.