Eğer "çağdaş sanat"a bir dil problemi olarakyaklaşırsak üzülerek belirteyim ki ortada öyle altın fırsatlar yok! Hattaöğrenmede negatif süreçlerin etkisi göz önüne alındığında dezavantajlardan bilesöz etmek mümkün. Fotoğraf camiasında ne kadar tartışıldı bilmiyorum, yine 1999yılında Milliyet Sanat dergisinde yapılan bir röportajda Ahmet Elhan'ınsöyledikleri bu konuya biraz daha ışık tutabilir: "...Nedense Türkiye'dekiuygulamaları içinde fotoğrafın bir anlatım tekniği olduğunun algılanmasının çokönemli bir sorun olduğunu düşünüyorum. Fotoğraf makinesini eline alan ve teknikolarak fotoğrafik görüntü oluşturma becerisini eline geçiren kendini sanatçı zannediyor.
En büyük yanılgılarımızdan biri bu. Diğer önemli birmesele Türkiye'de tartışılmakta olan 'fotoğraf sanat mıdır, değil midir?' Tabiiki değildir. Çünkü fotoğraf, teknik bir görüntü üretme yöntemidir. Bunu sanatalanında kullanacağınız gibi, tıpta, astronomide, basında, turizmde, dahadallandırabileceğimiz amatör kullanımda, hatırada değerlendirebilirsiniz.Kullanım alanlarından biri de sanattır. Fotoğraf çekenler, fotoğraf çektikleriiçin bizatihi sanatçı falan olmazlar. Bu yanılgı bazılarının hoşuna gidiyor.Çünkü kendileri sanatçı olmadıkları için böyle bir payeyi üzerlerinde taşımalüksünü muhafaza ediyorlar. Maalesef demode kullanımları sanat olarakdayatıyorlar, onun dışında bir yöntemin araştırılmasına veya sunulmasınaneredeyse izin vermiyorlar". Aslında Orhan Cem Çetin'in söyledikleri ileAhmet Elhan'ın belirttikleri arasındaki paralellikleri yadsımak mümkün değil ;ama bir farkla Ahmet Elhan teknik görüntü üretme becerisine bir önem atfetmiyor(altın fırsat) ayrıca "de facto" fotoğrafın sanat olmayacağını açıkyüreklilikle ortaya koyuyor.
Bir konuya açıklık getireyim. "Nihayetiçimdesin" (Canan Şenol) ve "Eve gelirken ekmek almayı unutma"(Vahit Tuna) tabela sergilerinden, hem kendi yazımda hem de Milliyet gazetesineverdiğim mülakatta bahsederken, açık yüreklilikle bunun bir sanat yapıtı olupolmadığı izleyici nezninde tartışılır dedim. "Kendinden menkul yükseksanatı" yukarı kattaki teyzeye (ki teyze değil bir hanım demek daha doğru.Teyze imgesi sanki değişime karşı korunaklı bir alan yaratıyor!) dikta etmekgibi bir amacımız hiç olmadı. Bu ülkede nelerin çevreye zarar verdiği çokaçıkken böyle bir projenin çevreye zararlı bulunmasının çelişkisine dikkatçekmekti amaç. Bir de izleyici potansiyelinin saptanmasının değişik biryöntemini ortaya koymak. Çünkü şikayet yoldan gelen geçen herkesin yapıta,dolayısıyla balkona baktığıydı. İzleyici ile gelişen diyaloglardan çıkardığımsonucu, Kosuth'un 1969 yılında bir röportajında sarf ettiği sözleri aynenkullanarak ifade etmiştim. Bu ifadeleri hiç bir alıntı dipnotu vermedenkullanmama rağmen yazıda bu sırıtmaz, yazının doğal akışına çok denk gelir:Bize kuşkulu gözlerle bakıp, içinden "peh bu da sanat mı, bunlar kafayıyemiş" diye geçirenlerin olduğunu tahmin ettiğimiz gibi, fark ettiğimizbir diğer şey de, "çevredeki zeki ve duyarlı insanların sanat dışındakalan görsel dünyalarının, sanat olarak tanımlanmaları halinde garipkarşılamayacak derecede nitelik ve tutarlılığa sahip olmaları idi."
İnternet üzerinden yurt dışındaki müzelerin sitelerinebir göz atarsak, orada hemen hemen her müzenin bir eğitim programı olduğugerçeğiyle karşı karşıya kalırız. Türkiye'de mesele sanat bilgi ve görgüsüzayıf olan izleyicinin (bu maalesef kültür ve sanat politikalarının sonucudur,izleyicinin kabahati değil), kendi kafasında oluşturduğu sanat imgesi dışındakalan her yapıta "peh bu da sanat mı" hissiyatını destekleyecekzeminler yaratmak yerine, onları aşağılamadan bir eğitim programınısunabilmektir.