Halkevleri, İnkılap Sergileri ve Devlet Sergileri başkentteki çağdaş sanat hareketlerinin ilk gelişmelerine kaynaklık etmişlerdir.Bunun yanı sıra devletin resmi kurumları da bu konuda özendirici katkılarda bulunmaktadırlar. İstanbul büyük kent yaşamının tüm özelliklerini sanatta yansıtırken, Ankara Anadolu gerçeğini bozkurt yaşamını işlemiştir. Ankara’daki sanat hareketi yöreselliği ile kişisel sanat deneylerini başarılı bir şekilde yakalamaya çalışmıştır. Başkentte halka ilişkili, oranla bütünleşmiş bir resim gelişimi dikkati çeker.
Kurtuluş savaşı yıllarında küçük bir kasaba görünümünde olan Ankara, Cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte hızla gelişmiş ve bunun sonucu olarak 19307lu yıllarda kendini kültür ve sanat alanlarında da kendini göstermiştir. İstanbul’un arkasından ikinci sanat merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde sanat hareketleri oldukça sınırlıdır İlk Devlet Resim ve Heykel sergileri bu dönemde başlamıştır. Sergiler oldukça azdır ve küçük sanatçı gurupları varlık göstermektedir. İlk sanatçılar olarak karşımıza Naci KALMUKOĞLU ve Malik AKSEL çıkar. Bu iki isim resim sanatımızın genellikle “üçüncü devre” olarak isimlendirilen dönemine girerler.
Naci ALMUKOĞLU ilk resim sergisini 1940’da Ankara’da açmıştır. Kendisi aynı zamanda Ankara'nın ilk manzara resimlerini yapan sanatçıdır. Manzaralarında izlenimci bir hava ve dekoratif unsurlar görülür.
Malik AKSEL 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından resim öğrenimi için Berlin’e gönderilmiş ve 1932’ye kadar orada kalmıştır. Aynı yıl ülkeye döndüğünde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünde resim öğretmenliğine başlamıştır. Halk resimlerine ve yöresel konulara büyük ilgi göstermiştir. Gerçekçi anlatımıyla, güncel modern akımlardan ziyade yöresel halk yaşamını sanatçı kişiliğinde ön plana çıkarır.
1930’lu yıllarda gelişme gösteren bu yerel-yöresel sanat anlayışı Ankaralı ressamları İstanbullu ressamlardan ayırmaktadır. Ankaralı ressamlar çevre gözlemlerine önem vermişler ve yerel motifleri ve tatları, güncelliğe tercih etmişlerdir. İstanbul'dan gelen çağdaş evrensel değerler, Ankara’da yerel değerlerle bütünleşmiştir.
Eşref ÜREN Çallı ve Hikmet Onat’ın atölyelerinde çalışmış ve daha sonra iki kez Paris’e gitmiştir. Yurda döndükten sonra Sivas, Erzurum ve Ankara'da öğretmenlik yapmıştır. Resimlerinde Anadolu insanının yaşamından kesitler sunmuştur. Uzun yıllar Ankara’da yaşadığı için,bu şehrin çeşitli görünümlerini resimlerine aktarmıştır. Eşi Melahat Üren de ona yakın, bir üslubun sahibidir. Bunun yanı sıra İhsan Cemal KARABURÇAK ve İsmail ALTINOK’ da Ankaralı öncü ressamlar arasında sayılabilir.
İzlenimci denilebilecek bir sanatçı gurubunda bu dönemde Ankara’da yaşamaktadır. Bunlar arasında Şefik BURSALI, Naim ULUDOĞAN, Mehmet YÜCETÜRK, Adil DOĞANÇAY, Şükrü ERDİREN, Ömer HATİPOĞLU, Arif KAPTAN, Orhan KILIÇ, Mehmet UZEL, ve Hamza İNANÇ, sayılabilir. Bütün bu ressamlar öznel üslup farklılıkları içerseler de, dönemin yerel özelliği olan izlenimcilik etrafında toplanırlar.
Arif Bedii KAPTAN ise izlenimciliğin dışına taşarak bu genellemeden birazda olsa sıyrılır. Şiirsel bir anlatımı olan ressamın resimlerinde zaman zaman soyut anlatıma varan geometrik düzen şemaları görülmektedir.
Bu izlenimci grubun genç üyeleri olan Mehmet UZEL ve Hamza İNANÇ’ ta bireysel farklılıklar dikkat çeker. Uzel’ in izlenimcilikten ifadeciliğe kaçan anlatımı, İnanç’ın çağdaş izlenimciliği, onları guruptan ayıran yanlarıdır.
İstanbul ile Ankaralı ressamlar arasında yukarıda bahsettiğimiz gibi konu ve anlatım olarak farklar olsa da, Türk resminin 1940’lardan bu güne kadarki genel eğilimleri her iki çevre içinde geçerlidir. Bunu Simgeci-fantastik, lekeci ve anlatımcı eserlerde görmekteyiz. Ankaralı sanatçılar her ne kadar yöresel eğilimler ağır bassa da, görsel sorunlar kişisel bir anlatım dili yakalamak için sadece birer amaçtır. Orhan PEKER, Turan EROL, Duran KARACA, Oya KATOĞLU, Kayıhan KESKİNOĞLU, Nevzat AKORAL, Nuri ABAÇ, Mustafa AYAZ gibi sanatçılar yöresel konu anlatımlar yakalama yolundadırlar.
Kayıhan KESKİNOK Kırsal yaşamı, lunaparkları ve kent olgusunu resimlerinde kendine özgü bir şekilde işlemiştir. Akademik anlatımı kendi bireysel anlatımıyla yumuşatmıştır.
Nevzat AKORAL temelde yöre yorumcusudur. Resme grafikçi olarak başlamıştır. Gerçekliği bütünsel görünümüyle yakalamaya çalışan sanatçıda lekeci ve arkaik bir görüntü vardır. Fikri CANTÜRK’ te fantastik, Hasan AKIN ve İmran ERSEN’ de lekeci bir anlayış görülür. Müşerref Rasim KÖKTÜRK’ de bu dönemde anılması gereken lekeci yorumculardandır.
Görüntüyü bozup değiştirmek ve yeni görüntüler elde etmek, Ankara’da 1945 doğumlu yani dönem genç sanatçıların bir davranışıdır. Bu genç sanatçılar sanat eğitimlerini Fransa ve Almanya’da tamamlamış ve yurda dönüşlerinde Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde görev almışlardır. Bu kuşaktan Veysel GÜNAY, Zahit BÜYÜKİŞLEYEN, Zafer GENÇAYDIN, Hayati MİSMAN, Hüseyin BİLGİN, Nihat TANDĞAN, Hasan PEKMEZCİ, Mustafa AYAZ ve Orhan KURT sayılabilir. İsmini saydığımız bu sanatçılar evrensel değerleri gözden kaçırmadan, bireysel yeni ifade yolları aramışlar ve bunun çabasını vermişlerdir.
Mustafa AYAZ, kalabalık modern kent yaşamının insanın varlığını nasıl ortadan kaldırıp, tehdit ettiğini, soyutlayıcı çizgi ve renklerle resmeder. Modern insanı model olarak kullanmaktan ziyade onu resimlerinde var eder.
Veysel GÜNAY Karadeniz manzaralı resimler yapar. Bu resimlerinde mavi – yeşil ağırlık kazanır. Gerçekçi değerlerle şiirsel bir anlatımı yakalama gayretindedir. Ama bu güncelli yakalayan gelenekselden uzak çağdaş bir ifadedir.
Hüseyin BİLGİN, Hasan PEKMEZCİ ve Orhan KURT soyut şematik bir anlatımcıdırlar.
Zafer GENÇAYDIN ise figüratif, soyut – anlatımcı yolun başarılı örneklerini sunar bizlere,
Soyut sanatın geçmişi Ankara’da çok eski değildir. Genç kuşak sanatçılar iki yön arasında her zaman bir denge arayışının kaygısını duyumsamışlardır. Birinci yön sanatın evrensel değerleri, ikincisi de ulusal değerlerdir. Başkentte soyut sanatın öncüsü olarak Cemal BİNGÖL’ ü sayabiliriz.
Cemal BİNGÖL Ankara Okulunun kurucularındandır. Yaşamı boyunca kararlı bir anlatım biçimine bağlı kalmamıştır. Geleneksel – Akademik ifadeden belli bir dönem sonra soyut biçimlemeye yönelmiştir. 1949’da Paris’e giderek orada Andre Unote atölyesinde çalışmaya başlar. Bu dönem resimleri kübisttir. 1950’den sonra bu Braque ve Picasso kaynaklı resimler kendini yalın geometrik formlara bırakır. Ama yöresel konulu resimler sanatçıda pek etkili değildir. 1950’li yıllarda öğretmenlik yaparken çocuk resimlerine duyarlılık ve kuramsal olarak eğilmiş ve bu konunun önemli bir tartışma alanı haline gelmesini sağlamıştır.
Adnan TURANİ Cemal Bingöl’ün başlattığı soyut çizgiden ilerleyenlerden olmuştur. Almanya’da Trökes ve Baumeister’ in atölyelerinde çalışmıştır. Gazi Eğitim Enstitüsünde uzunca bir süre öğretmenlik yapmıştır. Figürsüz resimlerinde renk ve çizgi duyarlılığı vardır. Bu kişisel tarzındaki arayışlarına anonim halk ürünlerinden askı kaligrafiye kadar birçok şey kaynaklık etmiştir.
Refik EPİKMAN, 1930 kuşağında kübist ve konstrüktivist ifadeyi savunmuş ve yaşamının son dönemlerinde soyut sanata yönelmiştir. Sanat eğitimini Çallı’ nın atölyesinde gören Epikman daha sonra Paris’e gidip Paul-Aibert Lavrens’in yanında çalıştı. Ülkeye düşünce yaşamı boyunca büyük emek verdiği ve kurucularından olduğu Gazi Eğitim Enstitüsü Resim – İş Bölümünde çalışmaya başladı. Ankara Halkevinde açılan resim kursların bir dönem idareciliğini yaptı. “Türk Ansiklopedisi”nin görsel sanatlar bölümünü hazırladı. 1960’a kadar hâkim olan “inşacı” eğilimler kendini bu tarihten sonra soyut eğilimlere bırakmıştır.
Saip Mualla TUNA, Cumhuriyet ideolojisini resimleriyle temsil etmiştir. Gerçekçi anlamda çizdiği Atatürk portreleriyle tanınmıştır. Ünlü kişilerin portrelerini yapması, bu alandaki yönelişi başkentte bu dalın ilk örnekleridir.
Salih URALLI aynı dönemin sanatçılarından olup, ününü 1950’lerden sonra duyurmuştur. Akademide Namık İsmail’in öğrencisi olan Urallı Paris’teki öğrenimini Lhote ve Lagur atölyelerinde sürdürmüştür. Geometrik stilizasyon tarzındaki resimlerinde, renk ve çizgi son derece yalındır.
Veysel ERÜSTÜN Gazi Eğitim çevresindeki soyut eğilimli sanatçılardan biridir. 1940 kuşağı sanatçılarındandır. 1960’a kadar izlenimci tarzda eserler veren sanatçı bu tarihten sonra soyut çizgide eserler üretmiştir.
Lütfü GÜNAY Ankara’daki özel atölye ve amatör çalışmaların gelişmesine vesile olmuştur. Soyut bir çizgide resim yapan sanatçı bu tarzda değişik teknikler denenmiştir. Bu tekniklerden biri “kolaj” çalışmasıdır. Yöresel eskizlerde yapmış olan sanatçının önemini, bu tarz eskizlerden ziyade yeni teknikteki soyut çalışmaları belirler.
Nihat TANDOĞAN’ da 1950 kuşağının soyut çizgideki sanatçılarındandır. Sanatçı doğa görünümlerinden giderek geometrik düzen anlayışına geçmiştir.
Asıl kimliklerini 1970’ten sonra ortaya koyan genç kuşak sanatçılar soyut eğilimlerini ancak bu alanda özgün eserler çıkarabildikleri sürece sürdürmüşlerdir. Soyut özgün eserlerde her zaman kaynağını geleneksel kültürden almıştır. Bu gerçeklere uyan genç sanatçılardan şunları görmekteyiz.
Bekir Sami ÇİMEN oluşturduğu soyut kompozisyonlardaki maviden, turuncuya giden renkler, renk kuşakları eski peştamalların renklerini anımsatmaktadır bize. Bu yöresel esinler çağdaş soyut biçimlerle hayat bulan sanatçının yapıtlarında.
Zahit BÜYÜKİŞLEYEN’ de çağdaş anlatımlara Anadolu’nun kırsal görünümlerini konu edinmiştir.
Şamil AGUN Türk kaligrafisinden esinlenerek soyut leke tadında eserler oluşturmuşlardır.
Yaşar YENİCELİ 1960 kuşağından soyut guruba giren sanatçıdır. Büyük renk yüzeyleri oluşturduğu resminde bu yüzeyleri hareketli leke dokularıyla böler. Bu doğa görüntüleri soyut anlatıma kadar varmış, şiirsel bir anlatım.
Halil AKDENİZ ise 1970 kuşağındandır. Katı ve kesin bir geometrik soyutlaşma anlayışı vardır.
Toplumsal yada toplumcu gerçekçi sanat anlatımı soyut sanat gibi başkentli sanatçılar tarafından ilgi gösterilmiş bir akımdır. Toplumcu sanat sadece Ankara’da değil genel olarak Türk resminde 1940’tan sonra yeni bir anlam ve içerik kazanmaktadır. Toplumsal koşullardan sanatı uzak görmeyen bu çizgi sanata işler kazandırmak eğilimindedir. Aynı zamanda işlevinde görsel bir özelliğinin olduğunu vurgularlar. Bu akımın temsilcileri mesajın ancak resimsel bir değer kazandığında geçerli olabileceğini söylemekte ve inanmaktadırlar.
Fikret OTYAM 1950 kuşağından ve Bedri Rahmi atölyesindendir. Uzun yıllar gazetecilik ve röportaj yazarlığı yaptıktan sonra Orhan Peker’e yaklaşan bir lekeci anlatım çabasındadır.
Mehmet GÜLER Almanya’da serbest sanatçı olarak yaşamını sürdürmüştür. Anadolu insani konulu eğilimlerini fantastik açıdan ele almıştır.
Hakkı TORUNOĞLU ise eserlerinde sert mesajlar vurgularken biçimin kalitesinden de ödün vermez.
Duran KARACA Çukurova bölgesinin yaşamını ve insanını resminin konusu yapmıştır. Leke ve doku inceliklerini, açık – koyu ayrımlarını çalışmalarında başarıyla uyguladı. 1950’lerden bu yana çalışmalarını sürdürmektedir.
Orhan ÇETİNKAYA resimlerinde siyah – beyaz dengesini kurmakta ve kent insanını çelişkilerini konu olarak işlemektedir.
Ankara’daki sanat ve kültür hareketlerinde dikkat çeken bir başka olayda başkentli kadın ressamlardır. Kadın sanatçılar mesleksel örgüt gurupları oluşturarak diğer yandan da sergiler açarak başkentin sanat yaşamına katkıda bulunuyorlardı. Bu katkının anlamı cinsiyet farklılığı olmamıştır hiçbir zaman. Önemli olan çalışmaların niteliğidir. Bunların içinde Şühendan FIRAT, Naciye İZBUL, Feyha ÖZSOY, Sevim İNALTONG, Necla ÖZBAY, Nurtaç ÖZLER, İmren ERŞEN, Ayla HÜNGEN, Gülsen ERDOĞAN, Suna SOLAKOĞLU, Tuncay BETİL ve “naif” vizyona girebilecek Oya KATOĞLU, Leman TANTUĞ ve Tülin AKŞİN’ i sayabiliriz.
Naif Sanat anlayışı, yöresel sanat akımlarının gündemde olduğu dönemde geniş bir sanatçı çevresi tarafından ilgi görmüştür. Ama kavramın net olmaması gerçek naif ressamlarla, naif öğeleri yapıtlarında kullanan ressamları, çocuk ve akıl hastalarının çalışmalarını hep aynı düzeyde değerlendirme ve algılama yanlışına götürmüştür.
Hüseyin YÜCE Ankara sanat çevresinde adını 1970 yılında duyurmuş, kişiliği ve yaşamıyla gerçek bir naif’tir. Kütahya’nın Güveççi köyündendir. Yaşamını burada sürdürmektedir. Çocukluğunda çobanlık yapmış, bir ay kadar gece okulunda okumuştur. İlk sergisini Kütahya’da açmıştır. Güz ve kır resimlerini sevdiğini söyleyen ressam, Kütahya ve çevresinin doğal güzelliklerini çalışmalarında titiz bir şekilde işler.
Fahir AKSOY’ dan da naif tavrı bilinçli olarak görmekteyiz. Resimde ön düşünceye yer vermeyen yapmacıksız, doğal bir iletişim söz konusudur. Bu onda sanatın evrensel değerleri olan,sınır ve bölge ayırımı tanımayan değerlere kendini yakın hisseder.
Aslan GÜNDAŞ’ da imgesel bir dünya söz konusudur. Masal öğelerinin kuvvetle olduğu fantastik bir imge dünyası söz konusudur.
Yalçın GÖKÇEBAĞ resimlerinde doğayı ve doğa içinde süren yaşamı bir nakış gibi işler.
1933’te ilk İnkılap Resimleri Sergisi, 1935’teki “Utku Plastik Ar Sergisi”, Ankara Halkevi Ar Şubesi’nin geleneksel sergileri, bugünkü Opera yapısında Ankara Sergievi’nin 1938’de açılışı ve nihayet 1939’dan başlayarak heryıl düzenli biçimde Devlet Resim ve Heykel sergilerinin geleneksel duruma sokulması gibi olaylarla 40 yıllık bir geçmişle biçimlenen Ankara sanat ve kültür ortamı, bu şehri İstanbul’un yanında Türk resmine katkıda bulunan ikinci bir merkez yaptı.
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü çıkışlı olupta, bugün İzmir’de yaşayan Mehmet İLERİ, Bedir KARAYAĞMURLAR, Mete SEZGİN, Turan ENGİNOĞLU, Arif ZİYA TUNÇ, İbrahim BOZKUŞ, Mehmet FIRINCI, İlhami ERCİVAN ve Yüksel USLUAY, Buca Eğitim Fak. Resim Bölümünde hocalık yapmakta, hemde sanatçı kimliklerini sürdürmektedirler.