Merhaba değerli dostlar;

Aylardır süren seçim atmosferinden inşallah yakında kurtulacağız. Umarım seçim sonuçları ülkemizi yeni bir seçimin eşiğine sürüklemez.

Daha önceki yazılarımı takip edenler bilirler ki ben çok seçimli sistemden hiç hazzetmem. Ülkenin bu kadar derdi varken aylardır biz kimin belediye başkanı olacağını hangi partinin bu seçimden zaferle hangisinin yenilgiyle çıkacağını konuşup duruyoruz.

Oldum olası hep söyler dururum, birilerinin her ne olursa olsun ben kazanmalıyım, ya da bizim parti kazansın mantığı bize yakışmayan, bize ait olmayan ve bize hayrı olmayan bir zihniyettir.

Sanırım siz de benim gibi düşünüyorsunuz, bize ne İstanbul da kimin kazandığının, Ankara da ya da İzmir’de kimin kaybettiğinin.

Ülkeyi yönetsin diye bir başkan seçtik. Bürokratik oligarşi elini kolunu bağlamasın diye bir sürü yetkilerle donattık. Ama ne gam, başkanımız ve bakanlar aylardır bir  yerel seçim uğruna her gün memleketin bir yerinde toplanmış kalabalıklara rutin kalıplarda konuşmalar yapıp kendi adaylarının kazanması halinde ne gibi hizmetler getireceklerini anlatıyorlar.

Dün ekonomi ağırlıklı bir gazete olan Dünya gazetesinde gözüme çarptı, insanımızın alım gücü  12 yıl önceye gitmiş.

Hani ustalık dönemiydi, hani tek elden ülke daha iyi yönetilecekti. Aslında insanlarımızın alım güçlerinin bir şekilde gerilemesi beni çokta fazla ırgalamıyor. Zoraki de olsa daha az tüketen bir toplum olmuşuz diye aslında sevinmiyor da değilim.

Zaman zaman düşünmeden edemiyorum, acaba bu kazanma hırsının bizim göremediğimiz ya da kavrayamadığımız başka sebepleri mi var?

Ülkemizde belediyelerin mali açıdan ne durumda olduğu zaman zaman kamuoyuna yansıyan konular. Devletin bin bir çaba ile topladığı vergiler liyakatsız ellerde harvurup harman savruluyor. O da yetmiyor inanılmaz boyutlarda borçlanılıyor.

Çok net söylüyorum belediyeler ülkemizin en savurgan kurumlarıdır. Bu daha ne kadar devam edecek, devletin hali ortada, borçlanma faiz hadleri hangi seviyelerde malum. Birisi artık deniz bitti, artık daha az parayla daha kaliteli hizmet edilsin, öncelikle belediyeler borçlarından kurtulsun demesi gerekmiyor mu?

Gelelim bu seçimlerin bu ülke insanının genetiğine ne kadar aykırı olduğuna.

Bu sistem batıya ait  bir sistemdir. Yıllardır çok partili sistem diye öğünür dururuz. Halbuki bizim genetiğimizde illa da ben kazanayım yoktur. Müslüman Müslüman kardeşinin kaybı üzerinden kendini kazanmış addedemez.( İnnemel mü’mine ihvatün Yani mealen “mü’minler ancak kardeştir emri mucibince) Ederse öncelikle Müslümanlığını sorgulamalıdır.

O zaman ne yapılmalı önce bu bize ait olmayan sistemi sorgulayıp, bizi ayrılığa, düşmanlığa, kamplaşmaya götüren sistemden bir an evvel bu ülkeyi kurtarıp bir görev söz konusu olduğunda benim kardeşim bu işe benden daha layıktır denecek bir kültürü hakim kılmalıyız. Ha siz diyorsanız ki bu olmaz, senin dediğin  boş laf, bende derim ki: Alın ne bize ne de ümmete hayrı olmayan bu sistemin hayrını görün derim.

Cenabı Mevla bize sağlığını nerede yitirdin, zamanını neredelerde harcadın diye soracak ya, peki bizim ülkeyi yönetsinler, bizleri merde de namerde de muhtaç etmesinler diye seçtiklerimizden sormayacak mı sanıyorsunuz.

Bakın size iki örnek vereyim. Biz yani Osmanlı ve Almanya iki müttefik olarak 1918 de savaştan yenik ayrıldık. Yalnız aramızdaki fark bizim Almanya gibi büyük bir yıkıma uğramadan sadece Osmanlıyı elimizle yıkıp yerine yeni bir devlet kurduk. Aradan tam 21 yıl geçtiğinde yani 1939 da Almanya bir anda komşularına saldırdı. Birkaç gün içerisinde Avrupa’nın yarısını işgal etti, Fransa dahil. Bir yandan Londra’yı bombalarken, diğer yandan Balkanları işgal etti, Edirne’ye kadar gelip bize dokunmadan Karadeniz üzerinden Rusya’ya saldırdı.

Almanya bunları yaparken biz yani yeni Türkiye Cumhuriyeti ne haldeydik dersiniz. Merak edenler biraz araştırıp öğrensin.

Aynı Almanya 1945 bir kez daha büyük bir yenilgi sonrası büyük bir yıkıma daha uğradı, sonra ne mi oldu, 1960’ların başında bizden işçi almaya başladılar.

Biz ise yok sen kazandın yok ben kazandım teraneleri söylemeye ve insanlarımızı uyutmaya devam ediyoruz.

Düşün bir kere Müttefikimiz ABD bize parasıyla savunma sistemi satmıyor, bizde Rusya’dan almaya karar veriyoruz. Bu defa da başlıyor tehditler savurmaya.

Benim bildiğim bu ülkede üç tane teknik üniversite var. İstanbul, ODTÜ ve Karadeniz. Yığınla profesör, tafralarından yanlarına yaklaşılmaz. Hadi kendi savunma sistemimizi yapalım desen bin dereden su getirirler.

Bir diğer yandan uçsuz bucaksız topraklar dururken patates ithalatından alınan vergiyi sıfırlıyoruz. İster istemez insan dertleniyor, patates bile üretemezsek, savunma sistemlerini nasıl yapalım ne dersiniz dostlarım sitemim de haksız mıyım?

Daha söylenecek çok söz var, inşallah ileriki haftalarda

Sağlıcakla kalın.