Konuşturan: Metin Acıpayam

(Ruhi Mülakat)

(Cemil Meriç’in ruhaniyetiyle Antakya Lisesi misafirhanesinde karşılaştım. Üç arkadaş beraber oturup maziyi yad ediyorlardı. Yıl 2017… Kader bu efsane üç ismi yıllar sonra sohbetimiz vesilesiyle tekrar karşılaştırmıştı. Kemal Tahir, arabasıyla kadim dostlarından Cemil Meriç’i önce, sonra da adaşı Kemal Sülker’i alacaktı, ve üç arkadaş Antakya Lisesi’ne doğru yola çıkarak Liseye ulaşacaklardı.)

Cemil Meriç: Dostlarım… Söyleyin, henüz gelmedik mi mekteb-i idadiye?

Kemal Sülker: Ahh Kuzum! Kıymetli yoldaşım… 2017’de dahi terk edemedin mi şu ağdalı dili. Yıllar önce bu lisenin bahçesinde seninle Marks’ı okuduğumuzu hayal eder misin? Mekteb-i İdadi değil! Lise lise…

(Kemal Tahir araya girdi… Çıkması muhtemel münakaşanın önüne geçerek)

Nihayet geldik kıymetli dostlarım…

Üç arkadaş yıllarını geçirdikleri İdadi misafirhanesinin üst katına çıktılar. Cemil Meriç, masum ve mustarib haliyle, iki dostunun kolları arasında… ‘Ah gözlerim’ diye iç çekti… ve hüzünle, ‘niçin beni bıraktınız ey gözler!.’ deyiverdi. O anda Kemal Tahir, Cemil Meriç’e dönerek şunları söyledi;

-Biliyorum Kemal Sülker kızacak ama… Biliyor musun Cemil! Bende tıpkı rahmetli Necip gibi düşünüyorum, ne söylemişti yıllar evvel! ‘Allah’ın iç gözlerini açması için, dış gözlerini kapadığı nadide fikir işçisi…’ Cemil Meriç gayet mütevekkil bir eda ile: ‘Hamdolsun, hamdolsun.’ dedi ve ekledi. ‘Hamdolsun ki, Necip gibi bir dostum vardı…’ Allah rahmet eylesin onu. Ee söyle bakalım sevgili Sülker! Sen de ne var ne yok! Kemal Sülker dirayetle omuzlarını silkeledi ve ‘ Ne olacak, Das Kapital var, başka şey yok.’ deyiverdi.

(Bu arada misafirhanenin odasına çoktan gelmişti üç kadim dost… Birer sigara yaktılar ve çaylarını yudumlamaya başladılar…)

Kemal Sülker: Nerede bu Metin denilen genç çocuk! Ah bizim zamanımız… İvedi şekilde gelir, büyüklerimizi bekletmez idik…

Kemal Tahir: İvedi adam… Pardon! İvedi Kişioğlu, Sevgili Sülker, konuşmalarınla bana Nurullah Ataç’ı hatırlatıyorsun!.. Sahte bir dil inşâ etmişti rahmetli, ve delice mücadele verdi…

Cemil Meriç: Evet kıymetli dostlar… Nurullah Ataç miyavlamalarına meydan veremem… Lisan şuuru, lisan şuuru, lisan şuuru… Büyük işler büyük sermayeli lisanlarla gerçekleşmeye memur…

(Türk aydınının bir buçuk asırdır hal edemediği ana mevzulardan en önemlisi olan Lisan meselesiyle alakalı münakaşa başlıyordu ki kapı çalındı ve METİN ACIPAYAM misafirhanenin odasına teşrif buyurdu.)

Selamünaleyküm ey büyük üstadlar. Nasılsınız, muhterem büyükler! Her bir ağızdan ‘Hoşgeldiniz’ sesleri. Biraz çekingen ve masum bir mırıldanışla; ‘Geç kaldığım için aziz ruhaniyetlerinizden af talep ederim, yolda; Nurullah Ataç’ın ruhaniyeti peşimi bırakmadı, sizlerden habersiz onu buraya getirmek istemedim, beni görmesin diye yolumu uzattım, iyi mi yaptım kötü mü, bilmiyorum.’

Cemil Meriç müdahale ederek; ‘İyi yapmışsın evlat dedi.’ Severiz, sayarız, lakin lisan hakkındaki tavrından dolayı bende O; Ebedi mahkûmlardan…

Kemal Tahir: Bende de müebbet hapislik zanlılarından…

Kemal Sülçer: İnsafsızlık etmeyin kişioğluna yahu!...

*

Cemil Meriç: Mülakata geçebiliriz Metin bey..

Metin Acıpayam: Nasıl uygun görürseniz efendim… Dilerseniz ortak sualler sorayım, üç kıymetli hocamızın cevaplarını alayım!

Kemal Tahir: Olmaz evladım, olmaz… Edebe uygun değil, sen buraya Cemil Meriç’le mülakat için geldin, biz araya giremeyiz, iki sevgili gibi sevişirsiniz, konuşur münazara edersiniz!. Bu iki Kemal’e ise dinlemek ve keyifle mülakatın tadını çıkarmak düşer… Biz eskiler, böyleyiz… Münakaşaya mahal vermeden, seviye ve kaliteyi yerlere düşüremeyiz…

Cemil Meriç: Aşk ve Kadın mevzu’u değil mi?

Metin Acıpayam: Evet Üstadım…

Cemil Meriç: Öyleyse sor bakalım sualini!.

Metin Acıpayam: Kadında sevdiğiniz nedir?

Cemil Meriç: Her şeysi… Kâh çekingenliği hoşuma gider, kâh cilvesi… Cıvıldar biterim, susar mesut olurum… Kadın da sevdiğim nedir? Her bir şeyi…

Metin Acıpayam: ‘Her bir şeyi’ mefhumunu bölerim parçalayalım ve bütünden parçaya, parçadan tekrar bütüne gidelim… Tarif eder misiniz?

Cemil Meriç: Kirpikleri ayrı füsunkâr, gözleri ayrı. Gamzeleri, utangaç gülümseyişleri, nazları, olmaz deyişleri, bükülüşleri, salınarak yürüyüşleri… Gözyaşları, iç çekişleri, ah’ları… İşte kadının silahları…

Metin Acıpayam: Bu silahın şarjörü kalbinize boşaldı mı hiç?

Cemil Meriç: Boşalmaz olur mu hiç!.. kime baksa güzel, kalbinden yaralar, belli ki AŞK Tanrısının emrinde, baktığı yere nişan alır. Boşuna yakmayın meşaleleri, mehtap olsa da bir, olmasa da bir. Ceylan bakışlımdan uzakta, ne şafak vardır, ne fecir. (Kemal sigaraaaaa)

Metin Acıpayam: Önce düşünüp taşınan, sonra cevap veren adam… Siz bir dağın yamaçlarına tapıyor olsanız, biz de bir dilbere, hangisi akla yakın?

Cemil Meriç: Enfes bir sual… Buğusunu bozmadan cevaba geçeyim… O ne ihtişamdı gökteki, her zamankinden daha mağrurdu kamer. Şalını sıyırdı dilber, orman pırıldadı. Gökte tek ay vardı, göğsünde iki. Uzaktalar mı ‘ah deriz, gelseler de cemallerini görsek.’ Gelirler, sarılmak isteriz. Mesut muyuzdur, hayır… Tekrar ayrılacağız diye, vuslatı da kendimize dert ederiz.

Utangaçtırlar, çekingendirler: kibar hanımlarla sevişmenin tadı başka. ‘Olmaz’ derler önce, direnirler. Sonra arzu şimşeklenir gözlerinde, ama nazdan da vazgeçmezler. Ses çıkarmaz olurlar okşayışları yavaş yavaş. Coşarlar nihayet, sen onları o zaman seyret. Saçları dağınık, gözleri süzgün, şakaklarında inci inci ter. Sevişmekten yorgun. Ve sen dudaklarının balını emmektesin uzun uzun. Mutluluk budur, bilesin.

Metin Acıpayam: İki vücutta tek ruh, tek düşünce…

Cemil Meriç: Düşünebiliyor olmaya bayılmamak elde değil… Düşünceler ve kelimeler… Sonra kadın ve aşk… Sevginin mihrabında kalpler birleşmedikçe, ne can kalır, ne canan. Çiftleşen cesetlerdir, sadece.

Metin Acıpayam: Ah o sizi çıldırtan bahar akşamları, rüzgâr çiçek çiçek kokarken sevdiğin kadını düşünebilmek. O’nu ve ondan mülhem olan aşkı…

Cemil Meriç: İşte o an, girift ve izahsız andır. An… Tomurcuklar gülümser dallarda. Arılar sarhoş, kumrular sarhoş, genç kızlar oynaşır kumsallarda, gül yüzlerinde terden inciler… Ah o bahar akşamları!

Metin Acıpayam: Bahar, mevsimlerin en güzeli… Bahar ve Kadın?

Cemil Meriç: Bahar, mevsimlerin en güzeli. Malaya dağlarından ince bir rüzgar eser. Yanık şarkılar söyler bir dişi kumru. Bahar mevsimlerin en güzeli, doğru. Ama yardan ayrı düşen, bir kat daha garipleşir baharda. Rüzgar ağlatır onu, kumrunun şarkısı ağlatır. İnsan dertli olmayagörsün, içtiği kevser ağulaşır.

Metin Acıpayam: Sıcaktan sana ne fani? Bahçendeki göller serin değil mi?

Cemil Meriç: Serin, yelpazenin getirdiği rüzgar. Geceleri balkonun var. Kollarındaki nâzenin baharın ta kendisi. Sıcaktan sana ne fani demek! Yanında buz gibi şarap testisi.

Metin Acıpayam. Bahar tamam da… Ya kış? Âşıkların dostu mudur kış. Nasıl çıksınlar dışarı?

Cemil Meriç: Yolları seller basmış. Alev sarmaşıklar çizer, şimşek. Sevgiliniz kucağınıza koşar, ürpererek. Gök gürler, sevişilir… Uyuşan kanı bir anda coşturur kuzey rüzgârı.

Metin Acıpayam: Öyleyse şu rüzgâr ne kadar da çapkın!

Cemil Meriç: Hiç demeyin. Alıp götürmeye memur o. Eser, alır, gider… Sormadan… Sizin de buyurduğunuz üzre; şu rüzgâr ne kadar da çapkın! Çapkın da söz mü? Azgın. Boyuna güzellerin saçlarında. Dudakları şehvetle ürperir gibi, kucakladığı yosmaların gözleri baygın, göğüsleri dimdik, Evet… Şu rüzgâr ne kadar çapkın! Kâh bir buse, kâh bir çimdik. Dünyada iki din var: ya ormana çekilip çile dolduracaksın ölünceye kadar, ya bir kadın önünde diz çökeceksin, sevmekle geçecek günlerin, gecelerin. Dünyada iki din var: birini seçeceksin.

Zahit kadınları kötüler. Elini eteğini çekmiştir dünya zevklerinden. Bir an önce cennete kavuşmak diler. Neden? Cennette ne var? Alev tenli, ipek saçlı Apsaralar.

(Mülakat yoğun sigara dumanı eşliğinde devam ediyor)

Metin Acıpayam: Muhayyilenize hayranım… Hayalinize iltica edeyim, siz devam edin lütfen…

Cemil Meriç: Uyuz bir köpek gördüm: salyası akıyordu. Hastaydı, dermansız yatıyordu. Birden ayaklanıverdi, donuk bakışları kor kor. Başladı koşmaya bir dişinin ardından… Yamandır Aşk Tanrısı, yaman, can çekişenleri bile kaldırır yatağından.

Metin Acıpayam: Ne ermişler gördük değil mi? Bir ceylan bakışlının gamzeleri önünde secdeye kapanan…

Cemil Meriç: Havayla, suyla, yaprakla yaşıyorlardı… Pilavla, yağla, etle beslenenler ne yapsın? Himalaya, okyanusu yüzerek geçer de, sen o lotüs bakışlıların cilvesine dayanamazsın.

Bütün acıların kaynağı o, aşkın tapınağı o. O bahçede boy atar her delilik. Her zehirli çiçek orda yetişir. Ah gençlik!

Metin Acıpayam: Delikanlılık, aşk ağacını sulayan yağmur, güzellik hazinesini saklayan mahfaza mıdır?

Cemil Meriç: Elbette… Yanınızdayken bal, uzaklaşınca zehir. Kadın öyledir. Bizi dünyaya o zincir bağlar. O kapıdan girilir cehenneme. O sepet yalan dolu ağzına kadar. O kevser: zehir… Hayâsızlık tüter mihrabında, o tapınağın dehlizlerinde kaybolunur. Sen annemiz, sen sevgilimiz: kadın.

Metin Acıpayam: Irmağa benzer genç kızlar, yani?

Cemil Meriç: Gözleri lotüs lotüs, saçları dalga dalga. Bir çift kuğu oynaşır göğüslerinde. Tenleri nilüfer kadar beyaz. Bu ırmak kolay aşılmaz, ummanlara sürükler bizi, ummanlara.

Metin Acıpayam: Biri ile cıvıldaşır, ötekine göz süzer. Düşündüğü başkası… Acaba kimi sever?

Cemil Meriç: Ağızlarında bal, Kalplerinde zehir. Onun için emeriz dudaklarını, göğüslerini hırpalamamız bunun içindir. Kadın yılanların en tehlikelisi, zehrinin ilacı bulunmaz.

Aşk Tanrısı bir balıkçı. Oltası: Kadın. Cazibesine kapıldın mı, yakalandın. İhtiras ateşinde kavurur seni aşk.

Ey avare gönül! Bir dilberin vücudu karanlık bir ormandır. Göğsü: esrarlı bir geçit. O geçitte pusu kuran bir haremi, aşk.

Metin Acıpayam: Aşk kelâmın en güzeli.

Cemil Meriç: Gitme vakti… Aziz dostlar hep bir ağızdan; Aşk kelâmın en güzeli…