ANKARA YETİŞTİRME YURTLARINDAN AYRILANLAR DERNEĞİ GENEL SEKRETERİ SEVDA AKYÜZ İLE PEDAGOJİ VE ÇOCUKLARDA AKIL İNŞÂSI KONULU SÖYLEŞİ
METİN ACIPAYAM: Anadolu’ya gelen Batılı seyyahlar şu sözü söylemişlerdir: “Müslüman çocuklar, Batıdaki prenslerden daha asildir”. Bu söz etrafnda “ideal (olması gereken) pedagoji” hakkında ne söylersiniz?
SEVDA AKYÜZ: Evet toplum olarak önemseyen benimseyen, kıymet veren bir medeniyete sahibiz. Kahvenin kırk yıl hatırı vardır. Bir selamla kopulmaz bağlar kurardık. İçgüdüler ya da olgunlaşma sonucu oluşmuş duygulardır bunlar. Karşılıklı alış verişle oluşmuş, öğrenilerek elde edilmiş hislerdir bunlar. İslam medeniyeti toplumu ayrıştırmayan bir arada, birlikte, birbirinden haberdar olması gereken, eksiğini fazlasını bilmesi gerektiğini önemser. İnsanlar tarih boyunca ayrışma ve yarışma içine girmişlerdir. En büyük olma en güçlü olma, hâkimiyet kurma isteğinden ibarettir. Büyürken birleşmeden ziyade büyürken yok etme bilinci ile hareket edilerek, insanlar arasında olması gereken varlığı oluşturacak büyüklüğü kanıtlayacak olgunun ırk, din üzerinden yürütmeye çalışılması toplumlarda ürkek korkak yabancılaşma getirmiştir. Yıllarca insanlar birbirinden sırf farklı düşünüyor, farklı giyiniyor diye güvenememiş toplumlar arasında birlik kurulamamıştır. Bazı toplumlar bu korkuya çare birlikler oluşturmuş ve yine toplanarak kendilerini hem ekonomik hem de özgürce ifade edebileceklerini düşünmüşlerdir. Hâlbuki korkulan gerçeğin ta kendisidir. İnsan birlikte yaşayan, birlikte hareket eden aynı düşünmese de birlikte yaşayabilen, çalışabilen varlıklar olmalıdırlar. Yoksa korku korunma ihtiyacı doğuracak ve kendine benzemeyen herkesi dışlamaya ve onlarla savaşmaya devam edeceklerdir. Bunu bazen düşünceleri ile ifade edecek bazen seçtikleri yaşam tarzları ile ayrıştırmaya çalışacaklardır. Hakikat birdir, birse birlikteliktir.
İnsan hayatı boyunca öğrenendir. İnsanın öğreneceği şey topluma ayak uydurabilmesidir. Vicdanen ahlaken, kurallara uyması ve insan ilişkilerini doğru inşa edebilmesi ile mümkündür.
“İslam da pedagojiye yer yoktur” yada “İslam da kadının yeri ayaklar altındadır” uydurmaları aslında İslam’ın genişliği kapsayışı ve insana yeterliliğinden korkulmasıdır. Buda kendi inançlarının yok olmasıdır. Çünkü hepsini içine alan bir dili vardır. Dil ortaktır. İnsan olmak için İnsan yetiştirmek şarttır. Ahlaken, vicdanen herhangi bir ayrım söz konusu olmadan birleşmedir. Kültürler istenirse birleşmezdi ortak özellik yaşam standartlarında bir olmaktı. Hem manen hem de madden sömürülmenin yanında yaşam ve inanç özgürlükleri de her fırsatta bu uydurma sözlerle baltalanmıştır.
Kız çocuklarının diri diri gömüldüğü bir dönemde bütün gücüyle bununla mücadele ederken tekti bu nasıl bir cesaretti. Kızına karşı merhamet göstermeyen bir toplumda kızlardan, kadınlardan özgürlükten söz edebilen biri nasıl kanla, karanlıkla bir arada gösterilmeye çalışılır. İşte bu bilmemek, cesaret gösterememek, umursamamak dan kaynaklı düşünceydi. Kendi topraklarında yaşanmıyorsa sorun olmazdı. Bu sorunları çözebilen biri insanlığa neyi vaat ediyordu herkesi korkutarak. Korktukları daha kendilerinin farkında olmadıkları bütün insanların yaşama eşit uyumuydu. Zengin ya da fakir, kadın ya da erkek, çocuk ya da yetişkin aynı haklara sahip olmaları gerekliliğinin görülmesiydi.
Çocuklar gelecekteki adam ve kadınların henüz masum ve saf halidir. Oluşturmak için ahlak, vicdan, kültürel eğitim şarttır. İnsanın eğitimi hiç bitmeyecek bir döngüdür. İnsan, insan yetiştirir. İnsan hayatı boyunca talebedir, Talep edendir. Yaşamını en kolay ve en sorunsuz şekilde yoluna koyabilmesi için her türlü eğitime tabi tutulur. Bunu bazen aile içinde, bazen okulda bazen de topum içinde var olma mücadelesi verirken de edinir. Kendi de ihtiyaç hisseder, bilme ihtiyacı, öğrenme ihtiyacı araştırarak, gezerek, görerek, gözlemleri ve izlenimleri ile kendi de sağlayabilir. Bunu yaparken de bedensel kırılganlıkları yanında zihinsel kırılganlıkları olması nedeniyle her türlü önlem öğretici ve öğrenen tarafından alınabilir.
METİN ACIPAYAM: Osmanlı’yı kuran kitap olarak bilinen meşhur Garip Name’de, Aşık Paşa on dosttan bahseder. Bu “on dost” cemiyetin hayatını madden ve manen inşâ etmeye memur olan rehberlerdir. Bunlar sırasıyla; Allahu Teala, Peygamberimiz (s.a.v), dört mezhep imamı, veliler, alimler, mürşidi kamil, arkadaş, anne baba, usta ve devlet başkanıdır. Konuyu fazla dağıtmadan mevzumuza gelelim. Çocuklarımızın zihni ve ruhi dünyaları şekillenirken anne baba’nın tesiri ne ölçüdedir?
SEVDA AKYÜZ: Garip name konusu bakımından dini tasavvufi ve ahlakı bir eserdir. Tasavvufu tanıtıcı öğretici bilgiler vermesinin yanında insanı kamil olmayı örgütleyen, ahlaki didaktik bir hüviyete sahiptir.
Kamil insan her yönüyle ideal ve örnek insandır. Bilgisi, idraki ve aklı son derece gelişmiştir. Onun doğruları toplumun kabul görmüş doğrularına eşittir. Yani o insan olmayı çözen kişidir. Kendisi ile başka herkese aynı özeni gösterendir.
Her yönüyle ideal ve kamil bir insan yetiştirebilmek için örnek olmak şarttır. Anne ve babanın bu konuda kesin sorumluluk almış olması gerekir. Çocuk yapmış olmak için değil, örnek çocuk yetiştirme amacı olması gerekir. Evde, okulda, işte, hayatta, toplumun her yerinde örnek karakter ve duruşu ile varlığını hissettirmeli. Bu varoluş birçok kişiyi doğru yönde etkileyecektir. Hep yanlışın hakim olduğu ve umursanmadığı bir dünyada mutluluk tabiî ki hayal olarak görünür. Bu kabullenişten vaz geçmeli ve insan olmanın kurallarına uyan. Herkesin varoluş sebebine saygı duyan nesiller yetiştirebilen ebeveynler olmalı. Yalnız bakan, büyüten değil, büyürken öğrenen, öğretebilen olmasının sağlanması gerekir.
METİN ACIPAYAM: Aşık Paşa’dan devam edelim. Garipname isimli eserde, medreseye başlayan çocuk için şu ifade kullanılır: “Hocanın canından çıkmış evlat”. Bu tabirden hareket edecek olursak mevcut eğitim anlayışını tümden tasfiye gerekmez mi? Canından evlat çıkartamayan hocanın ufku ne kadar olabilir? Yahut hocasını canına ve malına minnet saymayan öğrenciden ne beklenebilir? Bu mesele doğrudan doğruya ideal insan inşâsından başka şey değildir. Bu insanların inşâsı mevcut eğitim anlayışıyla mümkün müdür? Cevabınız menfi manada olursa, teklif ve görüşleriniz nelerdir?
SEVDA AKYÜZ: Maalesef günümüzde böyle tarif edilebilecek bir eğitim sistemine sahip değiliz. Bir kere eğitenler bu görevi yalnızca karın tokluğu kolay iş imkanı sebepleri ile seçmiştir. Bu konuda ilk gereklilik öğreten yetiştiren olmayı isteyen olmalı. Amacı insan yetiştirmekten ziyade bir an önce hayatta benimde bir rolüm olsun o rolde elime tutuşturulan bana ait olmayan sözleri bilgileri ezberletip, hayatlarının hangi noktalarında nasıl işlerine yarayacağı noktasında kendinden örnek veremeyen bir eğitimci ne kadar faydalı olur bu yetiştirmeye. Eğitim sistemimizde eksik olan da budur. Mantık ile başlamalı dersler ilk neyi neden bilmeli nasıl hayatına uygulayacağı öğretilmeli. Ders sayısı ve kitap sayısı artmalı. Ders saatleri kısa tutulmalı. Sıkmayan bunaltmayan ama öğrenen ama hayatında uygulayan insanlar yetiştirmeli. Hayata yetiştirmek sadece mesleki anlamda değil ahlaken de yeterlilik şart olmalı. Bir şeyi bilirken neden bilemesi gerektiğini de anlamalı. Faydalı olacaksa birine, bunu gönülden istemeli. Amaç insanı olması gerektiği gibi yaşatmak olmalı.
METİN ACIPAYAM: Kimsesiz ve sahipsiz çocukların resmi mecrada isimleri “Korunmaya muhtaç çocuklar” ’dır. Korunmaya muhtaç çocukları, devlet ilgili kurumlarında büyütüp hayata hazırlamaktadır. Yalnız burada sorgulamamız gereken ciddi mesele vardır. Kimsesiz bu çocuklar korunmaya muhtaçtır elbette. Bu çocukları koruyan insanların çok çok üst seviyede olması gerekmez mi? Oysa mevcut uygulamada, Batı’nın klasik eğitiminden geçen insanların bu kurum ve müesseselerde memur yâda görevli olduğuna şahit oluyoruz. Hâlbuki bu iş tasavvufa nisbet olmak şartıyla ciddi sabır isteyen mesuliyettedir? Bu noktada görüşleriniz nelerdir?
SEVDA AKYÜZ: Sorun aslında sorunu bilip bu konuda önlem alınmamasından kaynaklanıyor. Bir kabulleniş bir böyle gelmiş böyle gider düşüncesi var. Ya kendilerine güvenmiyorlar ya korudukları çocuklara yeterince değer vermiyorlar. Onlarda bu mesleği seçerken bu görevi alırken tesadüfü mü yer buldular. Çünkü bir göreve talip olmak için önce istemek gerek. İş gibi görmemek yürekten, vicdanen ve ahlaken hareket etmek gerek. Ebeveyn olmak gibi. Ebeveyn olamamış kişilerin, çocuklarına sahip çıkmak gibi. Hayata tutunmalarına yardımcı bütün donanımları onlara sağlayan olmak gerek. Kendimiz ve çocuklarımız için ne istiyorsak o çocukları içinde aynını isteyen olmalıyız. Kamil insan yetiştirmek istemek gerek. Her yönüyle ideal ve örnek insan olmalarını arzu etmek gerek.
Toplumun sorunu neyi neden seçtiğini ve bu konuda tam olarak neyi nasıl yapması gerektiğini bilemek ya da yeterince sorumluluk alamamaktan kaynaklanıyor. Kişisel çaba ve özveri ile kazanılmış başarılara sahip çıkılırken başarısızlıkların kaynağına asla inilmiyor bu konuda önlem alınmıyor. Bu hata da ısrar ediliyor. Sebebi şu; empati yapılmamasından kaynaklanıyor. Korunmaya alınmış çocuk diye yasa çıkarırken, koruma altına alınmış bu kişilerin anne, baba, eğitici, öğretici olup olamayacakları ne kadar analiz ediyor. Bu konuda ne kadar hassas davranıyoruz. Korudukları çocukların daha sonra yaşayacakları her hangi bir sorunda, üstesinden kendi başlarına gelebileceklerinden emin olabiliyorlar mı ya da bu konuda herhangi bir endişe duyuldu mu?
O güneş (ler) parlarsa yarınları karanlık olmaz hâlbuki…
Teşekkürler değerli Hanımefendi.