Deprem; bir doğa olgusudur, tıpkı doğum ve ölüm gibi bir gerçektir. Her canlı varlığın, kaçınılmaz alın yazısıdır. Doğup büyümek, sonra yaşlanıp ölmek gibi...
Ölüm erken veya geç mutlaka bizi bulur. Depremde özellikle Türkiye’de yaşayan bizler için böyle bir gerçektir…
2018 yılında yeni deprem haritası çizildi. Kahramanmaraş yine 1. Derece deprem kuşağında yer aldı.
Hatırlıyorum da 17 Ağustos depremini nice canlar verdik. Mal kaybı şöyle dursun, insanlarımız büyük kayıplara uğradı, ölenler, yaralananlar, evsiz kalanlar, yetimler, öksüzler, çaresizler, psikolojisi bozulanlar v.s.
Bunları niye anlatıyorum? Şöyle söyleyeyim, millet olarak yaşadıklarımızdan pek ibret almıyoruz. Tam bir yargılama da yapmak istemem, haksızlıklar olsun da istemem, elbette bazı tedbirler aldık ancak yapmadıklarımız da var.
Mesele kentsel dönüşümü biz rantsal dönüşüme çevirdik. Yıkılması gereken binaları yıkıp yapmak yerine, prim yapacak, bize para kazandıracak binaları yıkıp yaptık…
KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN HEDEFİ
Kayabaşı Mahallesinde doğdum, Kümbet, Tekke, Mağralı Mahallesi gibi yerleşim yerlerine de bu bağlamda iyi bilirim, istenen kentsel dönüşümü buralarda yapamadık. Haksız mıyım? Oysa devlet iyi niyetle bir yasa çıkartmıştı…
Kentsel endüstriyel yani modern dünyaya geçiş, kentlerin yeniden kurulma sürecinde “eskiye ait olanın yıkılması, yerine yeninin yapılmasıdır.
Modernistler olaya böyle bakıyorlar. Bir yönü ile doğrudur. Şöyle ki, eski tarihi binalar elbette korunmalı. Bizim kültürümüze ait binalardan bahsediyorum. Ancak hiçbir tarihi özelliği olmayan eskilerde yıkılmalı. Çünkü biz yıkıp yenilemez isek, Allah esirgesin deprem bu gerçeği yüzümüze vuracaktır.
“Üretimi fabrikaya bağlı hale getiren modernizm ve modern sanayi kenti, iş ile evi ayırmış ve hiçbir ülke, kültür ya da coğrafyanın dışında kalamayacağı bir güç olarak kabul edilen kapitalizme dayalı kent ekonomisinde, çalışanlar iş güçlerini satarak çalışmaya ve yaşamaya başlamışlardır. Büyüme sosyal refahın kilidi olarak görülürken, teknolojideki gelişim ve sermaye birikimi bir yandan endüstriyel yaşamın kırsal alanlara doğru yayılmasına, bir yandan da kentsel nüfusun büyümesine neden olmuştur(Thorns).
Ama biz bu büyümeyi yanlış anladık, varlıklı insanlar şehrin batı kısmına göç etti, kendi eski mahallesini sahiplenemedi.
Doğru değil mi? Peki sonuçları ne oldu, fakirler ve zenginler diye bölündük. Oysa birlikte olmak güzeldi!
MAHALLEMİZİ BIRAKMAYACAKTIK
Geçtiğimiz günlerde Kayabaşı Mahallesine gittim, bizim komşulardan kimse kalmamış, her yerde Suriyeli insanlar var. Bir babadostum yanıma geldi: “ Oğlum mahalleyi bırakıp gitmeyecektiniz. Zengin ve fakir bir arada olmamız gerekiyordu…” dedi. Berber Hacı’da aynısını söylüyor. Yani değişimi çok hızlı yaptık. Sonuçlarını heseplayamadık.
Bütün bunlarla depremin ne ilişkisi var demeyin. Yeni dönüm yapılaşmadaki yanlışlıklarımızdan bahsediyorum. Yanlış yapı ve yapılaşma depremin nedenlerinden biridir. Aynı zamanda sosyal bir depreme de yola açabilir. Bunu modernizmin bir oyunu olarak gördüğümü belirtmek istiyorum. Oysa kendi bulunduğum mahalleden çıkmadan, evlerimizin kentsel dönüşümünü yapabilirdik. Mahallelilerimizi kaybetmeden, değerlerimizi yok etmeden.
Bilmem anlatabildim mi?
Peki kalın sağlıcakla.