Türk insanının yabancı paraya karşı devamlı bir sempatisi vardı. Hükümetin aldığı son kararla dövizden kar etme alışkanlığı sonra erdi. Nasıl düşünülmüşse düşünülmüş harika bir düşünce “İnsanın aklına niye daha önce yapılmadı?” Bu dövizin aşırı arz talep görmesi dövizinde suni olarak değerini yükseltiyordu.
Yılların alışkanlığı bir gecede alınan tedbirlerle ortadan kalktı.
Şimdi Türk lirasının daha değerli olması da ülke ekonomisine katkı sağlayacaktır. Bir tarihte Almanya’ya gittiğimizde aldığım ürünün parasını verme için dolar çıkardım. Oradaki satıcı bana şöyle sert bir bakış attı. Ve doların geçmediğini söyledi.
Demek ki Alman milliyetçiliği bizden daha fazla. Ben Milliyetçiyim demekle milliyetçi olunmuyor.
İdeolojik milliyetçilik elbette değişti. Şimdi klasik milliyetçilik tarifi genel olarak ekonomik tarzda anlam kazanıyor..
Yatırım, istihdam ihracat ve kalkınma olarak tarif ediliyor. Cumhurbaşkanı Sn. Recep tayip Erdoğan’da bunu son günlerde hep söylüyor.
Milliyetçilik anlayışı çalışmaktan ve ürütmekten geçiyor. Kahramanmaraş ta 600 üzerinde fabrikalar üretim yapmaktalar. Bu fabrikalarda 169 bin kişi sigortalı olarak çalışmakta... Bana göre İşverende işçide 21 YY milliyetçileri olarak tanımlanabilir.
Bu işgücü sayesinde, aldıkları ücretler hem ekonomiye hem de ailelerinin geçimlerini sağlıyorlar.
Bu fabrikalar sayesinde suç oranları oldukça düşük seyretmektedir. Çünkü ailelerin birçoğunda birden fazla çalışını var… Her şeyin başında ekonomi geliyor
Diğer taraftan:
Giderek ekonomik baskıların arttığı bir süreçten geçiyoruz. Bir bakıma bu baskı bizi, ürettiğimizden daha fazlasını tüketmeye zorluyor. Şimdide yetinmede, sınır tanımayan tüketim eğilimi, birçok toplumsal sorunları üretmeye başladı. Bile… Bu eğilime, teknolojik ve sanayiinin gelişiminin doğal bir sorucu olarak baksak bile, ataların ”ayağını yorganına göre uzat “ ilkesinden hızla uzaklaştığımızı düşünüyorum. Hayat standartlarımız değişti. Bu konuda, hayat standartlarının yükselmesinin özenti eğilimini, tetiklediği de göz ardı edemeyiz, elbette…
Ayrıca, bizim gibi genelde üretimi, tüketimini karşılayamayan ülkelerin yaşadığı bir sorun gibi geliyor. Ama… Kısa sürede tarım ekonomisinden sanayiye geçişin de uyumu ve dengeyi bozduğu düşünülebilir. İşte bu nedenlerle sistem acımasız bir tok ve açlar sınıfı üretiyor,
Onca varlık içinde çevresiyle çıkar çatışmasına dönüşen kazanım tutkusunun nerede başlayıp biteceği pek belli olmuyor. Kendini maddenin kölesi yapanalar, bunu çoğu kez hayatları ile ödüyorlar.
Nedir bu insanoğlundaki açgözlülük? Şu kısa ömre, sınır tanımayan kazanım tutkusu… İhtiras hak hukuk tanımıyor, yetinmenin sınırlarını zorluyor, hep. Bu nedenlerle huzurun, mutluluğun, toplumsal barışın acımasız dünyanın önüne çıkıyor. Bu konuda her birey kendini sorgulamalı, toplumsal barışı, birey ve aile huzurunun öne almalı, mutluluğu yetinmede aramalıdır… Ancak o kadar kolay değil.