Mustafa Acar’ın bir manzum öyküsüdür Eşe. Mustafa Acar, benim sevgili adaşım. Kayserili’dir. “Oğonmek gibi olmasın Gayserili’yim.” dediğini hiç duymadım. Neden acaba? Hacılar’dan olduğu için mi? Yok canım. Mütevaziliğinden… “Fakir-ül Hakir Mustafa Acar” diye imzasını atar şiirlerinin altına.
Alçakgönüllü bir insandır da ondan. Aydındır. Şair ve yazardır. Yayımlanmış kitapları vardır.
Şarkı ve türkü söyler ki taa gönülden. “Bu köy benim köyüm değil” diye bir söylese sizi bir yerlere alır götürür. Derinlere dalarsınız. Sanat müziği eserlerini de ustalıkla yorumlar.
Tiyatrocudur Mustafa Acar. Gesi Bağları başta olmak üzere birçok oyunda rol almış, sahne tozu yutmuştur.
Gençliğinde artist olma yolunda gayret göstermiştir. Ama elinden tutan olmayınca bu yolda yaya kalmıştır. Güzel Sanatların hemen hemen hepsine aşinadır.
Huyu güzel, özü güzel, sözü güzel, yüzü güzel bir insandır Mustafa Acar.
Eşe’yi okudum adaşımın sayfasında. Bir solukta okudum. Tadı damağımda kaldı. Keşke devamı olsaydı. Sanki öyle gerekiyor. Sonra neler olmuş? Eşe mutlu olabilmiş mi? Ya Veli? Veli’nin çilesi…Yaşadığı cehennem azabı. Yangınlarda ah çekip inlemiştir. Kaderine kahretmiştir zavallı Veli.
Mustafa Acar’ın hoşgörüsüne sığınarak yazımda ve noktalamada küçük dokunuşlarım oldu. Şimdi bu manzum öyküyü okumanın sırası geldi dostlarım. Buyrun:
Kuşluk vakti kırparak bakardı gözleri güneşe.
Su gibi bir içimdi Eşe,
Tarifsiz bir biçimdi Eşe.
Yaslanmamıştı hiç baba bağrına,
Yetimdi Eşe.
Varsa yoksa bir tek anası.
Fidan gibiydi Eşe, anasının sunası…
Emmisi vardı bir de baba bildiği,
Ne kollandığı vardı ne sevildiği.
Eskidikçe alınırdı çerçiden çiçekli fistan,
Değişik nedir ki? Eşe bilmezdi.
Kahkaha bilmezdi, neşe bilmezdi.
Bazen bir bisküvi, somruk şekeri…
Keçi boynuzu ki "harnup" denirdi,
Emilerek itinayla yenirdi.
Veli’ye tutkundu, çoban Veli’ye.
Göremeyince dönerdi deliye.
Buram buram terlerdi Veli, akşam olunca,
"Ya rastlarsam Eşe’ye" diyerek içinden.
Oysa görse de bakamazdı utancından,
Veli’ye yollar hep çamurlu, odalar zindan.
Gençlerin yangınına dağ şahit, orman şahit.
İsli soba borusundan savrulan duman şahit…
Köyde dedikodu aldı yürüdü:
"Alamancı Bekir’in oğlu Davut dünürmüş Eşe’ye" dediler.
Eşe kim? Davut kim?
Köylüler sanki hep bir ağızdan "Olmaz" dediler,
“Sayın ki Davut bir düş görmüş,
Eşe ölür de bu sarhoşa varmaz.” dediler.
Aşmak yakışır mı emmi sözünü?
Para bürümüş emminin gözünü...
Eşe’nin göğsüne "beşi bir yerde"
Odaya bir kilim, döşeyiverdiler
On bin mark başlığa Eşe’yi Davut’a verdiler.