Merhaba değerli dostlar.
Osmanlı kendi coğrafyası üzerinde uzun süren bir barış ve esenlik ülkesiydi. Osmanlının hüküm sürmediği dünyanın diğer yörelerinde ise kan ve göz yaşı hakim di. Ancak bu ilanihaye böyle gidecek değildi. 1789 Fransız ihtilalı Avrupa da yeni bir çağın kapısını araladı. Kiliseye ve despotizme karşı çaresiz halkın başkaldırısı karanlıklar içerisinde debelenen Avrupalının bilimin ışığında yeni bir döneme girmesine vesile oldu.
Avrupa da ki bu gelişmeler nihayetinde kendi dünyasında mutlu mesut yaşayan Osmanlının da kapısına dayandı. Özellikle balkanlarda ki azınlıklar nedeniyle bir çok cepheden Osmanlı taciz edilmeye başladı. Önceleri padişahın yetkilerini meclisle paylaşması şeklinde gelişen olaylar bir süre sonra bütünüyle Osmanlının yıkılması çalışmalarına yöneldi.
Biz Türklerin kötü bir huyu vardır. Kurduğumuz tüm devletleri yine içimizden çıkan hainler vasıtasıyla bizler yıkmışızdır. 33 yıllık iktidarı süresince devletin durumu nedeniyle savaştan uzak bir siyaset izleyen II.Abdülhamit aslında çokta uzak olmayan büyük bir savaşın önündeki en önemli engel görüldüğü için savaş baronların uşağı olan yerli işbirlikçilerince tahttan indirildi.
Halbuki dünya savaşırken Osmanlının kendini toparlayıp güçlenmesi için önüne gelen tarihi fırsat kaçırılmıştı.
Koca Osmanlıdan kala kala bir Anadolu kalmıştı elimizde. Savaş yorgunu Avrupa’nın, komünist ihtilalla yönetimi değişen Rusya’nın kendi derdine düştüğü bir ortamda Yunan güçlerini Batı Anadolu’dan atarak yeni bir devlet kurmuştuk nihayet.
Artık meclisli bir hükümetimiz vardı. Dünya da savaş tehlikesi en azından yakın bir tarih için gözükmüyordu. Bizimle beraber savaştan büyük bir yıkımla çıkan Almanya bir an önce Avrupa’nın en güçlü devleti olmak için uğraşırken, biz şapka giymedin, pontil giymedin diye daha üç beş yıl öncesinin milli mücadele kahramanlarını meydanlarda sallandırmakla meşguldük. 1939 yılında Almanya bir anda komşularına saldırarak savaşı başlattığında yeni Türkiye cumhuriyeti ekonomik ve askeri alanda hiçbir adım atamamış, halkına zorbalık yapmaktan öteye gidememiş bir ülke konumundaydı.
İkinci dünya savaşına girilmemişti ancak, dünya savaşırken bunu fırsata çevirip ülkesini ve halkını zenginleştirmek için adım atacak bir vizyona da sahip değildi ne yazık ki. Böylece bir fırsat daha kaçmıştı.
1950 yılında iktidara gelen Demokrat parti yönetiminde azıcık başını kaldırıp üretmeye başlayan garip Anadolu insanına azıcık mutluluk ta çok görüldü. 1960 yılında birkaç Albay ve çoğunluğu genç subaylardan oluşan bir grup tarafından meşru yönetim iktidardan uzaklaştırılarak, başbakanı ve iki bakanı gelecek nesillere gözdağı olsun diye suçsuz yere darağacına gönderildi. Güzel ülkem böylece bir fırsatı daha kaçırmıştı.
Herşeye rağmen üzerindeki ölü toprağını atıp bir çok alanda atılımlar yapmaya çalışan ülkemizin önü bu defa da sağ- sol öğrenci hareketleri nedeniyle kesildi. On yıl süren bu acı dolu yıllar yine bir askeri darbeyle son buldu. Bir on yılda böylece heder edilerek bir fırsat daha kaçırılmıştı.
1983 Kasımında iktidara gelen Özal la başlayan atılım dönemi ise 1984 yılı itibarıyla ülke gündemine giren ve halen devam eden PKK terörü ile akamete uğratıldı.
1997 yılında kendini bu ülkenin sahibi olarak niteleyen bir grup sivil ve askeri kişi tarafından meşru ve başarılı bir hükümet türlü oyunlarla iktidardan uzaklaştırılarak ülkemizin önü bir kere daha kesildi.
Şimdi ise dünya 2020 yılına bir virüsün oluşturduğu korku ve kaos ortamında girdi. Her şeye kadir olduğunu düşünmeye başlayan insanlık bir virüs fırtınası karşısında nasıl aciz kaldığını görüp aslında ne kadar zavallı olduğunu da anlamış oldu.
Bu durum birileri için musibet olabilir ancak bizim bu musibetten hayır çıkarmamız yine bizim elimizde. “Kader gayrete aşıktır” sözünü unutmadan, korkularımıza teslim olmadan asla ve asla üretim zincirini koparmadan Allah’ın izniyle bu dönemden güçlü ve zengin bir ülke olarak çıkabiliriz.
Haftaya kaldığımız yerden devam edelim inşallah.
Sağlıcakla kalın.