Ömer b. Abdulaziz, çocuğunun hocasına yazdığı mektupta; “ Hocam, çoğuğuma cefayı ve Hak’kı anlat ki hakkı öğrene öğrene büyüsün. Onlarla sohbet et ki, tutukluluktan kurtulsunlar. Gülmeyi azalt ki, kalbleri ölmeden gelişsinler…

Çocukluk dönemimizde büyüklerimiz gülmeyi çok hoş karşılamazlardı! Özellikle amcamız güleni hiç sevmezdi.

Yani hafiflik sayılırdı gülmek. Bu konuyla ilgili Ahmet Doğan İlbey kardeşimizin yazdığı bir makalesinde, gülme konusunu işlemiş.  Farklı bir konu diye düşündüm! Bende aynı konuya yazayım dedim.

Peki gülmek haram mı, ne kadar gülmeliyiz, ne zaman gülmeliyiz veya ağlamalıyız? Nihayetinde insanız, insanın bazen gülmeye de ihtiyacı oluyor…

Bu tip konularda ben, iki kaynağa bakarım Kur’an ve sünnet,tabi bu iki kaynağa bağlı diğer değerlendirmelerdi bizi bağlar…

İlgili konu ile ilgili olarak Ali kardeşim, sınırsız gülen insanlara biraz da sitem ederek Semerkant Dergisini kaynak gösterek, şöyle bir giriş yapmış: “Gülmek unutmanın, gafletin, kaybolmuşluğun işareti olduğu için hoş karşılanmamış, bayağılık sayılmıştır müslüman terbiyesinde. İstanbul’lar feth eylediğimiz zamanlarda çocukların terbiyesi için el kitabı hükmünde yazılmış ‘Ta’lim-i Edeb” kitapları vardı. Bu kitaplarda, ‘Gülerek konuşmak, çok gülmek ayıptır; namazda gülmenin namazı fasit eylediğini bildiğin halde, yeryüzünün mescit kılındığını, her an Allah’ın huzurunda bulunduğunu unutup, olura olmaza niye gülersin?’ ikazları yer alırdı. 18. asırda ‘Gülelim, eğlenelim, kâm alalım dünyadan’ mısraını mırıldandığımız sıralar Osmanlı Devleti çatırdamaya başlamıştı. Nihayet ‘melâli anlamayan bir neslin’ bütün eski değerleri yer ile yeksan ettiği günden beri Süper Güçler’in ayak işlerini yapıyor, ekmeğini yiyor, kılıcını çalıyoruz. Bugün artık melâli anlamayan nesle aşina olmakla kalmadık, ‘melâl’i kelime olarak da lügatimizden çıkardık. Artık mutluluğu gülmenin neticesi kabul ediyoruz. Mutlu olmak için de bol bol gülüyor, kahkahalar atıyor, güle güle ölüyoruz. (…)

Kalbin ölümüne, mutlak mânada helâke yol açan illetlerden biri de çok gülmektir. Onun için Hz. Peygamber s.a.v., ‘Çok gülmeyin, zira gülmenin çoğu kalbi öldürür’ buyurmuştur. Bu açık ve net ikaza rağmen nasıl oldu da ‘güle güle ölme’ye imrenen, gülüp eğlenmeyi, şamatayı, maskaralığı benimseyen bir topluluk haline geldik? Hayatı boyunca hiç yüksek sesle gülmemiş bir peygamberin ümmeti, bu ölçüsüzlüğü nasıl ve nereden peyda etti?” (S.K-Ağustos 2006)

BU ÖLÇÜ TUTUYOR MU?

Şimdi günümüze dönelim, genel manada Müslümanların yaşadıkları sıkıntı karşısında gerçekten gülmek için bir sebep göremiyorum. Heryer kan ve gözyaşı. Üzerimizde küfrün büyük bir ağırlığı var. Oyun içinde oyun kuruyorlar. İçeri de sıkıntılı, dışarıda…

Ümmet olmak, Müslüman kardeşinin sıkıntıları dert edinmek adına adımlar atmamız gerekirken, pekde bu konuda tefekkür ettiğimiz söylenemez. Öyle ya insan ya ağlar(düşündüğünde) ya güler gaflete yakın olduğunda…

Dert bir değil, en büyük derdimizde çağın hastalıkları karşısında baş eğmek, umutsuzluk, yuhalık(fikir açısından), sonra okumuyoruz, davranışlarımız imanımıza uygun olmadığı için sorgulanıyor. Birlik yok, israf çok…

PEKİ NE YAPALIM HEP AĞLAYALIM MI?

Yani gerçekten Ahmet İlbey kardeşlerimin dediği gibi gülmek neyimize sorusunun cevabını bulmamız gerekiyor!

Anladığım kadarı ile Ali Yurtgezer kardeşimiz de bu konuya girmiş ve şöyle bağlamış konuyu; “Ali Yurtgezen hoca, Hz. Peygamberimizin sünnetini hatırlatıyor:  “Miraç hâdisesinden sonraki günlerde mahzunlaşan Rasul-i Ekrem s.a.v., bu halinden sual edildiğinde, ‘Eğer benim bildiğimi bilseydiniz, az güler çok ağlardınız’ buyurmuştur. Tasavvuf uluları da ‘Cennette duran bir adamın ağlaması ne kadar garip ise, dünyada bulunan bir kimsenin gülmesi, o nispette şaşılacak şeydir’ demişlerdir. Buna rağmen, ciddiyet ve ağırbaşlılık esas olmakla birlikte, gülmek beşerî bir tepki, hatta bazen bir ihtiyaçtır. Dolayısıyla gülmenin büsbütün yasaklanması söz konusu değildir. (…)

Gülmekle alakalı bütün ikaz ve yasaklar aslında bir ifratı, aşırılığı önlemeye, edep çizgisini muhafazaya yöneliktir…”

Bence de meselenin özü burada gizli, ağlasak da, gülsek de ifrata kaçmamak, ölçüler içinde kalmak gerekiyor diye düşünüyorum.

Peki kalın sağlıcakla.