Yunus Emre, ‘Dil hikmetin yoludur’ diyor. Hikmet, eşyanın ve olayların sırrına erebilmektir. Bunla beraber akla, acziyetini kavrattırmak… Akla ve kalbe yerlerini göstermek, iç ve dış dünyamızın çizgilerini belirlemek…

Türkçe, bir bilgelik dilidir. Bilgin olabilmenin yolu, ‘Halis’ Türkçemizi anlamak, yorumlamak ve hikmet düzeyinde idrak edebilmektir.

Nusret Şan, Kahramanmaraş’ın öz bağrında yetişen nezaket sahibi bir öğretici. Geçen iki hafta bütün eserlerini okudum, notlar aldım ve eserlerinin sonunda gördüm ki, hikmete uzanmak isteyen bir Hoca ile beraberim. Nusret Şan’ın üslubu, yazımızın girişinde yer alan Yunus Emre’nin sözünü hatırlattı: DİL HİKMETİN YOLUDUR.

Günlük dili, edebi dil ile harmanlayan, baştanbaşa bir kültür hazinesi bu eserler. Dili halı gibi işleyen, kendini bir medeniyet efradı görmeden edemeyen bir yazarın üslubu idi. Nusret Şan’ın her bir cümlesinde bazen yaşadığı zaman, bazen de yaşayamadığı zaman vardı. Zaman ‘gizli bir özne’ gibi özlemin pınarına sürüklüyordu okuyucuyu. Nedim: 

“Güllü dibâ giydin ama korkarım azâr eder

Nazenimin sâye-i hâr-ı gül-i dibâ seni.

derken, yaşadığı devrin sadece ince nezaketini değil, renkli güllerle süslü kumaşını da şiire sokar. Aydın, yaşadığı ‘an’ın’ gerçeğinden kendisini kurtaramaz. An’ı zapt etmek ister; kelimelerle, süslü ve edebi cümlelerle…

Zaman, sadece kelimelerin önünde dize gelir.

Ve sadece kelimeler, zamanı şekillendirir…

Şairin;

/Zaman korkunç daire / İlk ve son nokta nerde / derken zamanın uçsuz bucaksız bir umman olduğunu söylemesi tesadüfi midir?

***

Nusret Şan’ın üslubu o kadar sıcak ki, sert bir kaya erir, un ufak olur.

Tüm eserlerinde bir varoluş hengâmesi ve kendi ‘ben’ini’ bulabilme aksiyonu gözümden kaçmadı.

Kimim ben? diyor Nusret Şan… Evet, kim O?

Cevabı kendisinden dinleyelim:

“Ben, kelimeleri çırpınıp çırpınıp da konacak bir dal, konacak bir mısra bulamayan şâir ya da yazarlardan biri değilim…

Ben, Hz. Yusuf’u kuyuya atan kardeşlerin yalan ağıtları değilim. Züleyha’nın doğranan parmaklarından akan helâl kanım… Sevgilinin gözlerinden dökülecek bir damla yaş için bütün gülüşlerini fedaya hazır olanlardanım…

Ben, özlenen ellere uzanan el, arzulanan dudaklara uzanan sözcüğüm. Sevenlerin altın sesi, aşkın en has nefesiyim… Cezbedilmek istenen kalplerin câzibe merkezi, şâirler için de en güçlü vuran yüreğim…

Velhasıl ben, bütün sevenlerde yaşayan Mecnûn’um…

Ellerimizin tutamayacağı, gözlerimizin göremeyeceği sırlarımızı bir bir bilen Allah’ın kuluyum…

Ben, sevdanın diliyim…

Ben, edebiyat öğretmeni Nusret ŞAN’ım…”

Böylesi kendîanlatımlara ‘Entelektüel biyografi’ diyoruz…

Hasret dolu sözler…

Acı ve keder…

Özlemle beklenen sevgili…

Ve Aşk’ın kollarına bedenin sessizce bırakılışı…

O’nun üslubunun gizli özneleri…

Üslubundan bir örnek:

“Ah sen…

Aklımın aldanmışlığı…

Yanılgılarımın toplamı…

Yarınlarımı çalan sevgili…

İhanetin vurdu baharımı…

Yüreğimin dallarında nasıl da yalancı bir bahar olup aldattın beni… Zamansız açıp, zamansız soldu yapraklarım… Yalnızlığın rengine büründü ağaçlar… Yüzümde soldu gülüşler… Yüreğimde yaşlandı umutlar…

Düşlerime mermi gölgesi düştü…

Söyle, kuş yüreğim şimdi nereye sığınsın?”

Evet, hepimiz soralım hep bir ağızdan:

KUŞ YÜREĞİMİZ ŞİMDİ NEREYE SIĞINSIN?

Aşk ve sevgiyle kalalım…

Kitap sıcaklığına sığınalım…