“Mü’min insanın kıymeti, ihtiva ettiği sanat-ı  aliye ile Esma-i Hüsnadan in’ikas eden cilveleri nakışları nisbetindedir”(Bediüzzaman) İnsan gerçekten muhteşem bir varlıktır. Kuran’ın ifadesi ile bazen meleklerden üstün olduğu gibi, bazen hayvanlardan daha aşağı olabiliyor. İşte böyle iki zıt, bir bedende olabiliyor. Kur’anın ifadesi ile insanı değerli kılan “takvasıdır” yani her anında Allah(cc) beni görüyor diyerek hal ve hareketlerini, sorumluluklarını Kur’an ölçülerinde yaşayabilmesidir. Girişte Bediüzzaman mümine değerli kılan nedeni yazdım, zannederim Asa-yı Musa isimli eserinde, insanın yüce bir sanat üzerine yaratıldığını, her müminde Yaratan’ın esmalarından cilveler taşındığını, böyle müminlerin ise değerli olduğunu söylüyor.  Bir örnek verebilirim. “Allah(cc) bağışlayıcıdır, affedicidir.  Öyle ise bir insan bağışlayıcı olabilmeli, Rabbim’in esmalarından enaz birini(cilvesini/nakışını) o nisbette yansıtmalıdır. Bu da onu değerli kılar. Demek ki, müslüman bir kişi Allah’ın esmalarından (cilvelerini) ne kadarını kendinde yansıtıyorsa o kadar değerlidir. Buraya toparlayalım, insan adil(el-adil), bağışlayıcı(affedici), sabırlı(el-sabır), ilmi geniş(el-alim)…. Olursa o kadar Allah’ın cilvelerini yansıtmış olur. “İnsan ehemmiyetsiz olsaydı, mahlûkat onun için halk edilmezdi” hakikatini ders veren Risale-i Nur, “İnsanın beş zahir (dış), beş batıni (iç) olmak üzere on tane hassesi, yani duygusu vardır. İnsan bu duygularıyla ve keza cismiyle, ruhuyla, kalbiyle, dünyanın her bir cüzünden istifade edebileceğini söylemektedir.” Çünkü “İnsan, bu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş, çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş ve o istidadata göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiştir.” Bu sebeple denmiştir ki;  “İnsan-ı mü’minin kıymeti ihtiva ettiği sanat-ı âliye ile Esma-i Hüsnadan in’ikas eden cilvelerin nakışları nispetindedir.   İNSANI DEĞERSİZ KILAN İnsan-ı kâfirin kıymet-i ise(daha doğrusu kıymetsizliği), et, kemikten ibaret fani ve sakıt (itibardan düşmüş) maddesi kıymetiyle ölçülür.” Çünkü “insanda iki vecih var: birisi, enaniyet cihetinde şu hayat-ı dünyevîyeye nazırdır. Diğeri, ubudiyet cihetiyle hayat-ı ebediyeye bakar. Bu yüzden insanın insaniyete yükselmesi için, “insana verilen kalp, sır, ruh, akıl, hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktadır.” Biliyorum bu değerlendirmeleri okurken, Risaleyi Nur’dan anlamadığınız kelimeler var. Hattim olmayarak biraz açıklayayım. Burada deniyor ki;  İnsanı değerli kılan eti, kemiği değildir, çünkü birgün ölecek ve çürüyecektir, oysa ebedi hayat çok önemlidir. Öyle ya iman insanı insan yapar.Belki insanı sultan yapar.  İmansız kalp bedende yüktür der Akif’imiz...   AHSEN-İ TAKVİM MESELESİ Ahsen-i takvim, yani en güzel, kıvamında yaratılan insanın “en evvel ve en büyük vazifesinin tesbih ve tahmid(zikir) olduğunu” belirterek; “insana verilen bütün cihazat-ı acibenin, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bakiye için verildiğini” belirtildiğini yazar. Hem bir asker, hem bir memur, hem de bir yolcu olan ve yolculuğu “Sabavetten gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar devam eden süreçte her insanın nefis ve şeytanla uğraşması cihadıdır.” Evet, “insan, nur-u iman ile alâ-yı illiyyine çıkar, Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i safiline düşer, cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Öyleyse, “Ey insan olan insan! Kendini oku. Yoksa hayvan ve camid hükmünde insan olmak ihtimali var.”  Evet, bütün bu manaları ders veren ve insaniyet sırlarını keşfedip, açıklayan asrımızın rehberi hüviyetindeki Risale-i Nur’dan bütün insanların ve insanlığın mutlaka ders alması lâzım ve elzemdir, diyor. Selam ve saygılarımı sunuyorum. Kalın sağlıcakla.