Kent merkezinde evler genelde iki katlı idi. Tek katlı evlerçok azdı. Bunlara “yerden yapma” denilirdi. Üç katlı evler çok olmasa da az dadeğildi. Bu evler genelde ağaların, beylerin oturduğu evlerdi. Üç katlı evlerinüstü tuğla ya da çinko kaplı idi. Evlerin temeli ve temelden yukarı yerden dizboyu yüksekliğine değin duvarları taş ile örülmüş, buradan yukarısı kalınkerpiç duvarlarla yükselmekte idi. Duvarların köşeleri ve ortası kalındireklerle desteklenmişti. Evler genelde iki yan, bir arka ve içinde bacanınolduğu ve damın bütün yükünü taşıyan dört duvardan oluşmaktaydı. Öteki birimlerya ince duvarlar ya da tahta bölmelerle bölünmüştü. Dördüncü duvar biraz öndeidi ama damı taşıma işlevi ortadaki direğe verilmişti. Evlerin arka duvarıgenelde kapalı idi. Çok azında küçük bir aydınlanma penceresi vardı. Evlerbirbirinin güneşini ve batı yelini kapatmayacak biçimde sıralanmıştı. Damlarbirbirine ulalı idi. Damların birbirine ulalı olmasının tarhana çiğlerininserilmesinde ve kaynamış buğdayın (bulgurun) kurutulmasında önemi çok büyüktü.Yan duvarlar birçok ev için ortak bir yapı idi. Bu birbirine ulalı damlar iledar sokaklar nedeniyle evden eve geçmek dahası damlarda yürüyerek, süyüktensüyüğe atlayarak kentin büyük bir bölümünü gezmek olanaklı idi. Evlerinbirbirlerine ulalı oluşu nedeniyle birçok evin bir ya da iki duvarı ortaklaşaidi. Duvarın hangi eve ait olduğu duvara işlenmiş raf gibi oluşumlarlabelirlenirdi. Evlerin birbirine bitişik oluşu Kurtuluş Savaşında iletişimsağlamakta büyük bir işlev görmüştür. Doğal olarak hırsızlığa da nedenolabileceği düşünülse de o yıllarda böyle bir hırsızlığı hiç anımsamadığımıbelirtmek isterim. Damdan dama atlandığını, damlarda tarhana serildiğini,bulgur kurutulduğunu söyledik ama damlarımızın toprak olduğunu söylemeyiunuttuk sanmayın. Genelde killi toprakla kaplanmış bu damlarda yazın yatmanınzevkini de hiç unutamıyorum. O yaz sıcağında esen garbiyelinin, Olucak yelininserinliğinde yorgana sarılmak, yıldızları seyrede seyrede uyumak öyle güzeldiki anlatılması güçtür. Ancak kışın yağmur ya da kar suyunu geçirmemesi içinkarın kürünmesinin, her yağışta loğlanmasının da ne denli zor bir iş olduğunuda belirtmek isterim. Eski evlerimizde az çok bir avlu bir de çardak olurdu.Çardak yazın üstü yarı açık ya da tam açık tahta döşemeli bir alandı. Bu alanınaçık olan üzerine üzümün (asmanın) dalları gelirdi. Avluda genelde asmanınyanında bir de dut ağacı olurdu. Bu ağaçlar ilkbahar ve yaz aylarında tatlımeyveler verir. Geniş yapraklı oldukları için yazın gölgelik görevi görürdü.Kışın ise yaprakları döküldüğü için enginlerden gelen güneş evi ışıtır veısıtırdı. Eskiden dut ağaçlarına Maraşlılar neredeyse bir kutsallıkyüklemişlerdi. Dutun meyvesi kıskanılmazdı. Kurt, kuş bu doyurucu ve tat vericimeyveden olduğunca yararlanırdı. Ancak meyveleri yere dökülerek kirliliğe nedenolduğundan ev hanımları eve pek yakın olmalarını istemezlerdi. Buna karşıdirenmek gerekir derlerdi. Böyle deseler de ben duttan yakınan bir ev hanımınıanımsamıyorum. Buna karşılık kendi dutunu öven çok ev hanımı anılarımda yeralmaktadır. Evlerde yalnız dut ve üzüm ağacı yoktu. Avlusu geniş olanlar erik,kayısı, harabe yerlerine de incir vb. ağaçlarla değişik çiçekler de dikerlerdi.Genelde çiçekler saksılara dikilirdi. Maraş gülü, Peygamber gülü, adi güldediğimiz gül hemen her evde bulunurdu. Bu çiçek suyu bol verildiğinde her günyeni yeni çiçekler açar. Hafiften ince bir kokusu vardır. Reçeli, şurubu güzelolur. Yalnız bu gülün dalı kısa olur ve koparıldıktan sonra ancak iki gündayanır. Gülden sonra karagöz, balıkağzı (aslanağzı), mentur, lökke (sardunya)dikilirdi. Bir de çiçek gibi reyhan, fesleğen olurdu saksılarda. Maraşlıfesleğeni, reyhanı hep çiçekten saymıştır ama sebze ve baharat gibi dedeğerlendirmiştir. O yıllarda evlerinönemli bir kesiminde soba bile yoktu. Kalın kerpiç duvarlar ve ahşap yapıevleri kışın ılık, yazın serin tutardı. Ama kışı bol yağışlı arada bir de delipoyrazı olan Maraş’ta ısınma da büyük bir sorun olurdu. Evlerin ısınması ortaduvarın içine konuşlandırılmış ocak ile yapılırdı. Ocaktan alınan korlarmangala taşınırdı. Ayrıca ağzı açık tenekelere konan korlarla kürsüleroluşturulur, onunla yataklar ısıtılırdı. Soğuk kış gecelerinde gecelemekzorunda kalındığında kürsüye çok iş düşerdi. Yeniden ocağa dönersek, ocak damabir baca ile bağlanmış ateş yakılan bir iç alandı. Yemekler burada pişirilirdi.Soğuk kış günlerinde evin yaşlı neneleri, dedeleri çoğunlukla oradaotururlardı. Torunlarını orada ağırlarlar, onlara orada masallar anlatırlardı.Yine kış günlerinde ocağa her gün irice bir odun (kütük) konurdu. Bu kütükleryavaş yavaş yanar hem geceyi ışıtır hem de odayı ısıtırdı. “Ocağı yanmak, ocağısönmek” deyimlerine kaynak olan ocak işte bu ocaktır. Eskiden evler genelde ikikatlıdır dedik. Doğal olarak minareler yapılara göre uzun kalırdı. Bundacamilerin genelde uygun yerlerde yapılmış olmasının da katkısı büyüktür. Ezanokuyanlar, sala verenler neredeyse kendi bölgesindeki tüm evleri görürlerdi.Kimin evinden duman tütmüyorsa sessizce araştırılırdı. Böylece yoksullarkollanırdı. Dahası bu müezzinler kimin tarhana yapmadığını, kimin bulgurkaynatmadığını mahallenin varlıklılarına bildirirler, onlar da bu dardakalmışlara gerekli yardımı sağlarlardı. Bugünkü gibi yerden yüksekte olan yataklarda yatanların sayısı çok azdı.Yer yataklarında yatılırdı o günlerde. Sabahları yataklar toplanır yüklüklerekonulurdu. Yüklüklerin arkasında “cağ” dediğimiz banyo bölümleri olurdu. Yanduvarların içlerine dolap işlevi gören “tağ” konuşlanmıştı. Bitişik durumdakievlerden kimin duvarında tağ varsa duvar onundu. Her iki evin duvarında da tağbulunursa o duvar ortaktı. Bizde cağı en çok hanımlar ve çocuklar kullanırdı.Erkekler daha çok camilerin çimeceklerinde çimerlerdi, yıkanırlardı. Bütünbunlar gerçek anlamda yıkanma gereksinimini karşılamadığından kentte yeterincebulunan hamamlar o günlerde altın çağını yaşamaktaydı. Hamamlar öğleden akşamadek hanımların, akşamdan ertesi günün kuşluk anına değin erkeklerinyararlanması için ayrılmıştı. Bugün yalnız erkeklere hizmet veren hamamlardışında kalan eski hamamlarımız yine aynı biçimde çalışmaktadır. Yakıt olarakocakta odun yakıldığını söylemiştik. O zamanlar her türlü yakıt için geneldeodun kullanılırdı. Odunları köylüler eşek, katır gibi yüklü hayvanlarlapazarlardı. Varlıklılar sonbaharda odunluğunu doldururdu. Ama çoğunluk azarazar alırdı odununu. Odun yaz kış demeden her zaman bulunurdu. 1960 yılındansonra kamyonlarla kütük odunlar gelmeye başladı. Köylülerin odun kesip satmasıyasaklandı. Bir oduncu esnafı doğmaya başladı. O yıllarda Maraşlının “üğüntü”dediği talaş da sobada yakılmaya başlandı. Dahası üğüntünün yanması uzunsürdüğünden ve ucuz olduğundan çok da sevilmişti. Bu arada Maraşlılar ağaçyongalarından olan yan ürüne talaş derler. Bence de Maraşlının üğüntü, talaşayırımı daha doğrudur. Gaz yağı yalnız idare, fener ve lüks lambalarındaaydınlanmada kullanılırdı. Meşe kömürü demirci ocaklarında, dükkanlarda veevlerde maltız ocaklarında tüketilirdi. Kömür kente on beş kilometreuzaklıktaki Elmalar Köyünde üretilip gizlice kente getirilerek satılırdı. Kömüryolda ya da kentte hayvanlarda yüklü iken yakalanırsa kaçak işlemi görürdü.Onun dışında kaçak işlemi görmezdi. Taşkömürünün adını duyanımız var amakendisini görenimiz yoktu. Demirci ocaklarında bile en nitelikli yakıt meşekömürü idi. Gazocakları 1960 yılında halkla buluşmuş ve özellikle evhanımlarınca çok hoş karşılanmıştır. Çoğunluğun iki katlı üstü toprak ahşapevlerine karşılık, bugün ise villa denen evlere karşılık olabilecek pek çokkonak vardı Maraş’ta. Bunların çoğu şimdi kullanılamaz durumdadır. Pek çoğukurtarılabilecek bir durumda bile değildir. Son yıllarda beş on tanesionarılmıştır ama bilinçsiz onarımlar onları eski kimliğinden birazuzaklaştırmıştır. Ufukta bu evlerin kurtarılması için güven verici bir çalışmada pek yoktur.