Maraş ve çevresi Asurlular döneminden beri önemli bir ticaret bölgesidir. Dulkadiroğlu Beyliği ve Osmanlı döneminde iki bedesten ve bir büyük kapalı çarşı gibi çarşıların bulunması ve bu yapıların çevresinin hanlar ve hamamlarla çevrili olması kentin ticari önemini gösteren en büyük kanıttır. 1903 Halep salnamesine göre kentte 1 hükümet konağı, 1 depo, 1 kale, 1 askeri hastane, 28 cami, 17 mescit, 9 medrese, 1 Mevlevihane, 1 muvakkithane, 1 idadi, 20 sübyan mektebi, 4 Ermeni kilisesi, 3 Protestan kilisesi, 2 Katolik kilisesi, 1 Latin kilisesi, 15 Hıristiyan okulu, 1 rahip okulu, 1591 dükkan, 41 fırın, 145 çeşme, 11 hamam, 2 sabunhane, 73 değirmen, 285 aba ve maşlah tezgahı, 3 eczane, 1 pamuk ipliği fabrikası, 2 masura atölyesi, 1 aşevi, 8 han, 1 otel ve 16 ambar kayıtlıdır. Zeytun’da (Süleymanlı) 6 kilise, 2 Manastır, 1 Gayrimüslim rüştiye, 5 iptidai mektebi, Elbistan’da 3 kilise, Göksun’da 1 Ermeni kilisesi, 4 Protestan mektebi olduğu yazılıdır. Yirminci yüzyılın ilk yarısında giderek durağanlaşan ticaret ve ekonomi özel girişimcilerin çabası ile yeniden canlanmıştır. 1985 yılına değin Maraş’ın ekonomisi tarıma dayalı bir biçimdedir. İlin, ticaret ve ekonomide durağanlaşmasının nedenleri arasında halkının içe dönük üretim ve ticaret anlayışı ile devletin Maraş’a önemli hizmetleri geç getirmesi başta gelmektedir. Kuşkusuz bugün bile önemli bir sorun olmayı sürdüren ulaşım başı çekmiştir. Kahramanmaraşlı 1980’den sonra kendi göbeğini kendisi kesmiştir. Özel sektör oldukça hızlı yatırım yapmıştır. Devletten aldıkları desteği iyi kullanmışlardır. Yine de yeterli sermaye birikimi tam yapılamamıştır. Bu sorun en az iki yüz yıllık bir sorundur. Çevre illere göre geç gelen devlet hizmetleri de gelişmeyi engellemiştir. Hava alanı ve kara yollarının önemli girdileri yerel kaynaklarca sağlanmıştır. Bugün yine öncelikli bir hizmetin devlet eliyle kente aktarıldığını söylemek zordur. Sanayileşmede tarıma dayalı tekstil sektörü başı çekmiştir. Bunun yanında kuyumculuk, çelik eşya ve dondurma da tekstille at başı yarışmaktadır. Dahası sonrakilerin gelecekleri daha parlak gözükmektedir. BAŞA DÖNELİM İnsan kendisini her şeyin odak noktasında görür. Herkes evreni önce kendi çevresinden öğrenir ne de olsa. Hani Nasrettin Hoca’ya, evrenin merkezi neresidir diye sormuşlar. O da eşeğimi bağladığım yer, diye yanıtlamış ya. Bize sorarsanız evrenin merkezi kentimizdir. Kentin merkezi de Uzunoluk. Nasrettin Hocanın dediği gibi inanmayan gelir inceler, yanıtını kendisi verir. Yaz günü kentimizden üç beş kilometre dağa doğru tırmansanız serin yaylalara ulaşırsınız. Uzak yakın öyle çok yaylalarımız vardır ki saymakla bitmez. Kentten üç beş kilometre ovaya doğru inseniz hemen kuru sıcak karşılar sizi. Biraz da hava nemli olsa sanırsınız ki Çukurova’ya geldiniz. Bizim kentimizi Adana’dan, Mersin’den gelenler serin ve yayla olarak görür. Kayseri’den ya da öteki kuzey illerimizden gelenler ise çok sıcak bulurlar. Ancak şunu da belirtmem gerekir ki Maraş yazın kendisinden daha serin görünen birçok bölgeden daha rahat yaşanılan bir bölgedir. Yazları sürekli esen yelleri Maraş’ta algılanan sıcaklığı daha düşük düzeylere çekmektedir. Kent betonlaşmadan önce Adana’dan, İskenderun’dan yazı geçirmek için kent merkezine gelen aileler olurdu. Bunlar Maraşlının bağa gitmek için boşalttığı evlerde bir yaz boyu konaklarlardı. Kayseri yolunda Püren gerçek bir iklim sınırıdır. Kışın Püren’den kente yöneldiğinizde bir sıcaklık sarar her yanınızı. Yazın ise Püren’i geçip kuzeye vardınız mı serinliğe kavuştunuz demektir. Ilıman iklim kuşağında bulunan ülkemizin tam da geçiş bölgesindedir burası. Dünyayı küresel ısınma kuşatsa buralar çöl olmaz. Buzul çağına girilse de burası buzlanmaz. Böyle birçok nedenlerle bir başkadır bizim doğamız, öteki doğaların da daha bir başka olduğu gibi. Biz dört mevsimi de doya doya yaşarız biraz sıcak yanından. Kar da vardır bizde kavurucu sıcak da. O nedenle bağlarımız bahçelerimiz değişik ürünlerle doludur. Burada kendimize özgü ürünler yeşertmişizdir. Kentimiz ve çevresi ara sıra deli poyraza boyun eğer. Poyraz kışın eserse dondurur her yanımızı. Poyrazla, hele onun kışın eseniyle uğraşmak öyle zordur ki. Nasıl anlatacağız işte orası zor. Ozanın biri “Maraş senin yazın var/ Çekilmez poyrazın var” diye türkü bile dizmiştir. Poyraz yazın bile canımızı çıkartır. Bizde poyraz üst üste en çok beş gün eser. Başladığı saatte sona erer. Poyrazlı günler bir yılda otuz günü aşmaz. Biz onu sevmeyiz ama o bizi sever ve doğamızı temizler. Göğümüzde ne nem bırakır ne duman ne de kirlilik. Birçok kentin baş belası olan yerel sera etkisi bizde bu nedenle oluşamaz. Poyrazın dışında da birçok yelimiz vardır. Birçoğu yazın bizi rahatlatırlar. Beğenilen yellerin başında batıdan esen “Garbi Yeli” gelir. Batı yeli tatlı tatlı eser, bize serinlikler sunar. Doğu yellerinin arkasından çoğunlukla yağış gelir. Bu yağmur da olabilir kar da. Batı yelinin en sevileni “Olucak Yeli”dir, yaz başlarında içimizi serinleten. Olucak yeli gibi başta poyraz olmak üzere birçok yelimiz Ahırdağı’ndan başlar. Kimileyin Engizek’e de uzandığı da olur ya. Buralardan başlayan yel Amanoslar’ın doğusunu izleyerek güneye iner. Gavurdağı dediğimiz Nurdağı’nın batısında bu yeller esmez. Eskilerin yaşam kaynağı olarak saydıkları dört unsurdan biri havadır ki bu biraz da yel demektir. Bitkilerin çiçeklenmesine (tozlanmasına) da çok yardımcı olur. Poyraz estiğinde gözünüzü kapatır durursunuz. Kırsalda garbi yeli de yazın gözünüze gözünüze eser. Yel sizi kışın soğuktan dondurur. Buna karşın bugünkü hava kirliliğinin karşıtı gibi size iyilikler de sunar. Bana öyle geliyor ki herkesin bu yele özellikle poyraza saygı duyması gereklidir. (DEVAM EDECEK)