Ben gündemi bir hafta geriden takip ediyorum. Malum geçen hafta yerel seçimle beraber ülkenin en önemli, gündemi 28 Şubat’ın sene-i devriyesi nedeniyle yapılan açıklama ve yorumlardı.
Peki 28 Şubat 1997 de ne olmuştu. Birkaç siyasetçi, birkaç gazeteci, birkaç öğretim görevlisi ve bir kaç keyfi yerinde kafası rakı ile bulanık askerin canı istedi diye ülkenin meşru hükümetine ültimatom verilmişti. Bu ülkenin kaderi buydu. Çünkü yukarıda zikredilen o birkaç kişi kendisini bu ülkenin gerçek sahibi gibi görüyor, geride kalanları da cahil, göbeğini kaşıyan adamlar diye değersiz olarak nitelendiriyordu.
Maalesef bu birkaç kişinin istediği üç beş ay da sürse gerçekleşiyor, 1997 nin Haziran başında hükümet istifa etmek zorunda kalıyordu. Yerine kurulan yamalı bohça hükümetin ilk icraatı İmam hatiplerin üniversiteye girmesini engellemek için katsayı engelini getirmek oluyordu.
Peki hangi gerekçe ile bu kararı almışlardı. Onlara ulaşan bilgilere göre İmam hatiplilerin özelliklede Ankara Siyasal bilgiler ile Hukuk fakültelerini tercih ettikleri, son yıllarda bu okullara girenlerin neredeyse yarıdan fazlasının İmam hatip çıkışlı olmasıydı. Birkaç yıl içinde ülkenin hakim- savcı, kaymakam, ve diğer kamu görevlilerinin bir çoğunun İmam hatipli olma ihtimali onlar için olabilecek en kötü şeydi.
Yanılmıyorsam 1975 yılıydı. Gaziantep İmam hatip’te lise ikinci sınıf öğrencisiydim. O yıllar o yaşta bir genç için üniversite hayal etmek çok olabilir bir durum değildi. Öncelikli hedef okulu bitirmekti. Bizden üst sınıf ağabeylerimizin yönlendirmesi ile ülke çapında organize edilen İmam hatip okulu mezunlarının lise ve dengi okul sayılarak diğer liseler gibi aynı haklarla üniversite sınavına girmeleri için boykot eylemine katılmıştım. Boykot hedefine ulaşmış, çok kısa sürede meclisten çıkarılan bir kanunla İmam hatipler lise ve dengi okul sayılmıştı.
Aradan tam 22 yıl geçtikten sonra verilen hak geri alınmaz düsturunu dillerinden düşürmeyen, hak hukuk ve eşitlikten dem vuran solcu Atatürkçüler İmam hatipleri tasavvur ettikleri Türkiye için tehlikeli görüp bu geri adımı atmışlardı.
Ancak gelin görün ki asıl tehlike yapılan bu girişimden ziyade bu girişim nedeniyle hakları gasp edilen muhafazakar kesimin bu duruma sessiz kalması, daha da beteri çocuklarının dünyevi geleceklerini uhrevi geleceklerine tercih ederek bir anda İmam hatiplere öğrenci gönderilmemesiydi.
Az çok hatırlıyorum, şehrimizde eski TEDAŞ bitişiğindeki İmam hatip lisesine giden öğrenci sayısı o tarihte on üç bin kişiydi. Bu çocukların sadece anne ve babası ile beraber toplamı kırk bin kişiye ulaşıyordu. Tıpkı 1975 yılında olduğu gibi çok değil ülke çapında üç beş gün eylem yapılsa ve bu hukuksuz uygulama protesto edilse idi eminim ki o kararı kolayca alanlar geri adım atmak zorunda kalabilirlerdi.
Bütün bunları niye mi paylaştım. Aslında bugünlerde çokça sözü edilen beka meselesi o günlerden kalmadır. O gün bu ülkenin insanları bir tercihte bulundular, ve bu tercih büyük bir kırılmaya neden oldu. Din ve dünya dengesi konusunda tercihlerini dünya yönünde yaptılar. Çocuklarımız dindar bir insan olmasa da olur, yeter ki doktor, mühendis, hakim olsunlar dediler. Laik ve seküler bir zihne sahip toplum projesinin sahipleri böylece hedeflerine kolayca ulaşmış oldular.
Ülkemizin beka meselesinin asıl temelleri bu tepkisizlik ve yanlış tercihle kalmadı, bu tercih 15 Temmuzda ülkeyi işgale kalkışan Fetö’nün İmam hatiplerin devre dışı kalmasıyla köyden ve kasabalardan şehre okumaya gelen fakir fukara çocukların Fetö yurtları ve evlerinde devşirilmelerinin yoğun olarak başladığı tarihtir.
Hayat acımasızdır, siz yeter ki bir yanlış karar vermemiş olun. Bugün geldiğimiz nokta itibarıyla daha önceki yazılarımda bahsettiğim dini argümanların her geçen gün zayıflaması, toplumun her geçen gün daha çoğunun dünyevi tercihlere yönelmesidir beka meselesi. Yoksa o şu belediyeyi kazanmış, şu iktidara gelmiş, şu kişi ya da kişiler olmazsa ülke elden gidermiş, bunlarla kendimizi kandırmayalım, önemli olan biz kendimizi düzeltip düzeltmeyeceğimiz, çünkü biz kendimizi düzeltmezsek rabbim bizi düzeltici değildir.
İşin asıl ilginç olan diğer bir yönü de İmam hatipler konusunda hiç sesi çıkmayan İslami kesimin üniversite kapılarında başörtüsü ile okuma isteği için mücadele eden kızlarımıza olağan üstü bir destek vermesiydi. Sanki kızlarımız baş örtüsü ile üniversite okumazsa dünyanın sonu gelecekti. O gün bir çoğumuz bende dahil olmak üzere böyle düşünüyorduk. Bugün hala aynı şekilde düşünüyor muyuz, kendi adıma söyleyebilirim maalesef yanlış bir duruş sergilemişim.
Bugün dünya kadınlar günü. Her yerde çeşit çeşit afişlerle bu saçma ve anlamsız davranış vazgeçilmez bir ritüel olarak özelliklede siyasetçiler tarafından kullanılmaya devam ediyor.
Dünya hiçbir döneminde kadınları bu kadar istismar etmemiş ve onları bir ticari ve siyasi meta olarak kullanmamıştı. Bugün kadın söylenenlerin aksine en değersiz devresini yaşamaktadır. Şu kadar kadın doktorumuz, bu kadar kadın öğretmenimiz, şu kadar kadın hakim ve savcımız şu kadar iş kadınımız, kamuda şu kadar kadın personelimiz olması kadınların dünya kurulduğundan bu güne en değersiz ve istismara açık olduğu gerçeğini değiştirmez.
Ümit ediyorum ki bir önceki dünya kadınlar günü münasebetiyle yapıldığı gibi kadınlara hoş görünmek için ve onların bugüne kadar ki verdiği desteği sürdürmelerini sağlamaya yönelik popülist mesajlar verilmez.
Son olarak derim ki; bu ülkenin bekası milletin dinine sahip çıkıp çıkmamasına bağlıdır. Dünya ve ahret arasındaki tercihini doğru yapmasındadır. Çünkü biz Allahın dinine yardım edersek, bilin ki Allah’ta bize yardım edecektir. İşte o zaman geriye korkacak ne kalır ki?
Allaha emanet olun.