Merhaba değerli dostlar.

Birkaç gün önce bir haberde rastladım, Diyanette üst düzey görevde olan Osman Egin hocayı bir televizyon kanalı misafir etmiş. Programın ilgi çektiğini okuyunca merak ettim internetten baştan sona izledim. Programı izledikten sonra özellikle programda ele alınan veya alınmayan hususlarla ilgili sizlerle sohbet etmeye karar verdim.

Programın konusu konuğundan da anlaşılacağı üzere din ve birey ilişkisi, günümüzde özellikle gençliğin dinden uzaklaşmasının nedenleri, yüce dinimizin son ve tahrif edilmemiş din olmasına rağmen istenilen düzeyde bir dindarlığın gelişmediğinin irdelenmesiydi.

Çok zarif ve naif bir insan olan Osman Eğin hoca meselenin özünün dini anlatmak ve öğretmekle görevli olan yani öncelikle kendilerinde olduğunu söyleyerek bir özeleştiri yaptı. Elbette bu özeleştiride bir çok noktada haklılık payı vardır. Lakin dini ve dindarlığı ya da halis bir Müslümanlığın oluşmamasının nedenini sadece burada aramak ya da bunun suçunu bugüne uygun değil diyerek dine yüklemek hem haksızlık hem de sorunun net bir şekilde görülmesinin önündeki en büyük engeldir bizce.

Dinle ilgili her sorunu din âliminin ya da hocaların çözmesi gerektiği gibi bir yaklaşım çok sığ ve çözümden uzak bir anlayıştır.

Yüce kitabımız Kur’an ve onunla paralel bir şekilde Müslüman’ın hayat nizamının en önemli anahtarı niteliğinde olan Sünnet-i seniyye ve daha sonra gelen büyük imamların içtihatları  uzun süre stabil kalan yaşam anlayışı içerisinde bir Müslüman’ın her türlü ihtiyacına cevap verecek hükümlerle mücehhezken, özellikle 16. Yüz yıldan itibaren batıda başlayan reform ve Rönesans ve beraberinde gelen sanayi devrimi önce bireyi sonra da tüm toplumsal yaşamı baştan aşağı değiştirdi.

Gerçi Müslüman alemi bu gelişmelerden uzun süre uzak kaldığından toplumsal yaşamın da değişime uğraması batıya göre bayağı geç gerçekleşti. Ancak kaçınılmaz olarak 18. Yüz yılın sonlarına doğru bu gelişmeler tüm dünya ile beraber İslam coğrafyasını da etkilemeye başladı.

Osmanlının son dönemleri ve Cumhuriyetin gelişi ile beraber İslam coğrafyasında meydana gelen bu yeni dünya düzeninin yarattığı travmayla alakalı doğru adımlar atmak yerine iktidar mücadelelerinin sert ikliminde ben yaptım oldu zihniyeti sürekli el değiştirerek devam edegeldi.

Herkes sazın bir teline vurdu ve çıkan sesi çok beğendi. Halbuki sazın birden fazla teli vardı, ayrıca bir çok teli ile beraber çalınsa bile nihayetinde bir bireyin hakimiyetinde ve solo bir çalışma iken , ülke insanının sıkıntılarının özellikle de dinle ilgili yeni çağa göre proaktif bir yaklaşımı benimseyerek  birden fazla enstrümanın olduğu koro bir yaklaşıma ihtiyaç olduğu bir türlü kabul görmedi.

Öncelikle konuyu biraz daha açmak gerekiyor. Biz ister kabul edelim ister etmeyelim din bireyi esas alır ve birey özellikle köyden şehre göçle beraber tam bir değişim ve dönüşüme uğramıştır. Daha açık bir ifade ile etrafınıza biraz dikkatlice baktığınızda köylünün, işçinin, ticaret erbabının, sanayicinin, üniversite öğrencilerinin, akademisyenlerin, bürokratların vs. dün hayatımızda yer almayıp bugün olmazsa olmazlarımız olan her yeni kimliğin kendine özgü bir din ihtiyacı ve yaklaşımı olduğunu görürsünüz.

Çok basit bir örnekle bu haftaki sohbetimizi noktalayıp haftaya devam edelim.

Bundan sadece elli yıl önce toplumun büyük çoğunluğu yemeğini evinde yerken, hatta işyerine bile sefer tası ile yemek taşırken, bugün hemen hemen toplumun tamamına yakını az veya çok dışarıda yemek yiyor. Bu konu bile dini yönden ele alınmaya muhtaçtır.

Tekrar görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.