Merhaba değerli dostlar.
Geçen hafta kaldığımız yerden devam edelim. Zaman zaman değindiğim gibi dünya özellikle son elli yılda başka bir dünya, insanlarda başka insanlar oldu. Bu başkalaşma beraberinde bir çok şeyi getirirken bir çok şeyi de götürdü.
Ne gelenlerin hepsi çok iyiydi, ne de gidenlerin hepsi çok kötüydü. Değişim o kadar yoğun ve hızlı oldu ki unuttuğumuz ya da başka bir ifadeyle hayatımızdan çıkanların neler olduğunu bile bilmiyoruz bugün.
Yeme- içme, giyim kuşam, konuşma, eğitim. Tarım ve hayvancılıkla meşgul bir toplumdan ticaret ve sanayi ile meşgul bir topluma evrimle, çok az bilgi ile yaşarken, sürekli bilgi ihtiyacının olduğu bir dünyaya vs
Bütün bu değişim ve dönüşümün hayatımızın en önemli argümanı olan din ve dini yaşantımıza dokunmaması elbette düşünülemez.
Dün toplumun bir çok kesimi sade bir ilmihal bilgisi ile hayatın neredeyse tamamını sürdürme kabiliyetine sahipken, her ile açılmış üniversiteleri ile dinini yaşarken nasıl bir zeminde olması gerektiğini sorgulayan bir topluma dönüşüverdik
Son zamanlarda camilere gelenleri gözlemlemeye başladığımda şöyle bir durumla karşılaştım. Cami cemaati belli bir yaş, yani elli yaş üstü, düşük gelir ve düşük tahsil seviyesine sahip kişilerden oluşuyor. Genelleme yapıyorum, bu nedenle istisnalar kaideyi bozmaz.
Camilere üniversite talebelerinin , ekonomik durumu iyi olanların, özel ya da kamuda makam sahibi olanların ve akademik kariyer sahibi doçent ve profesör unvanlı kişilerin camiye Cuma ya da Bayramlar dışında çok yolunun düşmediğini görüyoruz.
Bu durum üzerine azıcık kafa yorduğumda şöyle bir durumla karşı karşıya kaldım. İnsanla alakalı olan her şey çok hızlı ve yoğun bir şekilde değişiyor, değişmeyen tek şey ise neredeyse sadece din.
Bütün bu her şeyin çok hızlı ve yoğun değiştiği ortamda son ve tek gerçek dinin mensubu olan insanların ister istemez dinle alakalı olarak kopmalar ve sapmalar yaşaması kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüze geliyor. Geçen haftaki yazımın sonunda belirttiğim gibi yemek kültürümüz bile farkında olmasak da nasıl değişti ve bu konuda dinimiz bize ne gibi yeni şeyler söyler ya da söylemeli.
Yaklaşık kırk yıllık bir geçmiş olan türban konusunda zamanında gerekli müdahalelerin yapılmaması sonucu şehir hayatının öncelikle de üniversitelerin hayatımıza kattığı türban meselesinin asıl mesele olmayıp Müslüman kadının asıl meselesinin örtünme, ya da nasıl örtünmeli olması gerektiği hususunda söz söylemekle yükümlü olanların bu sorumluluktan kaçınmaları sonucu nasıl bir tabloyla karşı karşıya kaldığımızdır.
Muhafazakar kalemlerin önemle vurguladıkları son yıllarda yeni nesillerin dinden uzaklaşmaları, ateizm, deizm, nihilizm gibi akımlara sürüklenmelerinin bizce en başta gelen sebebi özellikle metropollerden başlamak üzere Müslümanlara bu yeni yaşam konsepti hakkında yeni şeylerin söylenmemiş, yani işin kendi haline bırakılmış olmasının da önemli olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor.
Bu haftayı da şöyle bitirelim.
Yaşı uygun olanlar bilir, eskiden kurban bayramları nasıldı. Günümüz de ise şehirlerde kurban kesmek başlı başına bir sıkıntı. Kişinin kendi kurbanını kesmesinin önüne geçmek için, ehil olmayanlar kesmesin, kurban kesim alanları dışında kurban kesenlere cezai yaptırım uygulanacak diye günler öncesinden açıklamalar yapılıyor.
Kurban kesmek vacip midir, yoksa sünnet midir daha bu konuda ortak bir nokta da buluşamadık. Şu mezhebe göre vacip şuna göre sünnet. Dün bazı mezhep imamları şöyle veya böyle ictihad etmiş olabilir, bugünün şartlarını da göz önüne alarak Müslümanların her yıl yaşadığı bu sıkıntıya yeni bir yol bulmak bugün söz ve yetki sahibi İslam ulemasının sorumluluğundadır.
Haftaya görüşünceye kadar sağlıcakla kalın.