Merhaba değerli dostlar.
Çok kritik bir süreçten geçiyoruz ülke olarak. Bizim dışımızda ve bizim sebep olmadığımız güneyimizdeki Suriye sorunu tüm gündemi meşgul etmeye devam ediyor. Önce ABD daha sonra Rusya ile varılan mutabakatlarla sorunun çözümüne yönelik önemli adımlar atıldı. Ancak sorunun çözümü konusunda atılan bu adımlar ülkemize bir miktar nefes aldıracak adımlar olup, sorunun tamamen çözümünün uzun vadeli olduğunu bilmek ve ona göre uyanık olmak gerekiyor.
Neyse, Suriye meselesi sebebiyle ara vermek durumunda kaldığımız işsizlik ve üretimle ilgili sohbetimize tekrar dönmek istiyorum.
Çünkü toplum da Suriye meselensin soğuması sonrası en önemli gündem maddesi olan işsizliğe geri dönecektir.
Önceki haftalarda bu konunun çözümüne yönelik olarak dijital pazarlamanın bize sunduğu imkânlardan söz edip bu konuda şehrimizin üretim güçlerini organize ederek ülkemize model olacak bir çözümü önermiştim.
Tabi ki her şey gelip eğitime dayanıyor. Son on beş yılda eğitimin fiziki boyutu olan bina ve öğretmen meselesini büyük ölçüde aştık. Gelgelelim 12 yıllık zorunlu eğitim, her ile açılan üniversiteler, bir çok yerde tekli öğretime geçilmesi ve nihayet her yıl yüz binlerce üniversite diploması vermek görünen o ki sorunu çözmeye yetmediği gibi, çözülmesi çok daha zor bir sorunlar yumağını önümüze koyuverdi.
Birkaç gün önce aynı sitede oturduğumuz bir diş hekimi dostumla cami çıkışı sohbet ederken kendisiyle beraber camiye gelen dokuz yaşındaki oğlunu göstererek
” Güvenilir bir yer bulabilsem çocuğu meslek öğrensin diye bir usta yanına vermek istiyorum” dedi.
Ben de cevaben” Ne mesleği, bırak okusun, memlekete daha önemli alanlarda hizmetler verir inşallah” dedim.
Diş hekimi dostumuz bu sözlerime cevaben ne dedi biliyor musunuz? Benim ki de sorumu şimdi nereden bileceksiniz. O zaman aktarayım;
“Okumakta iş kalmadı Yüksel bey, Diş hekimleri odasından her gün mesajlar geliyor. Yeni mezun diş hekimleri iş arıyor, meslektaşlarımıza yardımcı olalım, yani onlara yanınızda iş verin diye”. Şaşırdığımı görünce devam etti. “ Ben bundan yirmi yıl önce okuldan yirmi arkadaşımla mezun olmuştum, şu anda benim mezun olduğum diş hekimliği fakültesi yılda yüzden fazla mezun veriyormuş, sonucu bu işte , diş hekimleri bile asgari ücretle iş arıyor ne yazık ki “ dedi.
Yine birkaç gün önce komşum olan bir mali müşavir arkadaşla sohbet ederken kızımın üniversite sınavına hazırlandığını ve eczacılık düşündüğünü söyleyin ne dese beğenirsiniz.” Aman abi eczacılık da noterler gibi oldu,, şu anda bile Maraş’ta bir sürü eczacılık mezunu eczane açmak için sıra bekliyor, birkaç sene sonra oluşacak durumu artık sen düşün demez mi”
Tekrar diş hekimi dostumla olan sohbetime dönersek, sohbeti şöyle tamamladı
” Yüksel bey bak söylüyorum, çok değil on yıl sonra bu ülkede doktorlar bile iş bulmakta zorlanacak, gerisini artık sen düşün” . İlaveten “ Doktorlar bile zor iş bulurken önümüzdeki yıllarda işi en iyi olanlar bir meslek sahibi olanlar olacak” diye noktaladı.
Bu sözlere katılır veya katılmazsınız, nasılsa yaşayıp göreceğiz inşallah. Ancak değerli dostlar yaşayıp görmek bazen insanın canı çok fazla acıtabiliyor. Kendimden bir örnekle durumu kısaca anlatmaya çalışayım. 1982 yılının Ağustosu gibi askerden gelmiştim. Lise mezunu bir genç olarak her hangi bir mesleğim de olmadığı ve şehrimizde o günlerde bu günlerde ki gibi sanayi kuruluşlardı da olmadığından günlerimi ister istemez ev de geçiriyordum. Çünkü çarşıya çıkıp, arkadaşlarımla bir kahveye oturmanın bile bir maliyeti vardı ve ben o maliyeti karşılayacak nakte sahip değildim. Yine böyle günlerden birinde rahmetli babam evde divanda uzandığımı görünce şöyle demişti.
” Oh ne güzel ya, ver yiyim, ört yatayım”. Bu söz öyle ağrıma gitmişti ki kısa süreli bir depresyon bile geçirdim. Allahın sevgili kuluymuşum ki kısa süre sonra sınav açıldı ve ben o sınavda başarılı olup, 1983 yılının Haziran ortalarında PTT memuru olarak Şanlıurfa da göreve başladım.
bugün ülkemizde milyonlarca diplomalı, hem de üniversite diplomalı gencimiz işsiz. Ya evinde ya da Cafe köşelerinde elinde cep telefonu ya da tableti ile hayatının en değerli dönemine ait vaktini öldürüyor. Ve çok mutsuz olarak. Sadece kendisi değil, başta anne ve babası olmak üzere yakın çevresindeki insanların da mutsuzluğuna neden oluyor. Ve ne yazık ki anne babalar nice zahmetlere katlanarak okutup adam ettiklerini sandıkları evlatlarının gözleri önünde hiçbir işe yaramayan ve etrafına sürekli negatif enerji veren birisi haline gelmesinden çok muzdaripler.
Daha fazla gecikmeden çocuklarımızı ve gençlerimizi bu çıkmazdan çıkarmamız gerekiyor. Bunun da en başta sorumlusu makam sahibi kişilerdir elbet.
Haftaya devam ederiz inşallah. Kalın sağlıcakla…