Gündem yine yoğun. Mübarek Ramazan ayının teşrifi dolayısıyla yazmayı düşünürken İstanbul seçiminin iptali bütün dikkatleri oraya çeviriverdi. Bütün bu yoğunluğun içerisinde belki artık kanıksadığımızdan olsa gerek bir başka konu beni başka bir konuya yöneltti.
Bende bu üç konu içerisinden üzerine kafa yorulması gerekenin bu olduğuna karar vererek bu haftaki sohbetimizi ülkemizde her geçen gün artarak devam eden taciz, özellikle de küçük yaştaki çocuklara karşı yapılan tacizlere ayırmaya karar verdim.
Daha önceki yazılarımı takip eden dostlarım bilir, kötü ve iyi kavramı insanlığın tarihi ile başlar. Kötüler hep var olmuştur ve bundan sonra da hep var olacaklardır.
İyilerin hakkını korumak için gerek dini gerek insan eliyle tanzim edilmiş kurum ve kurallar oluşturulmuş, kötülerin ve kötülüğün iyiler içerisinde yaşamasına izin verilmemiştir.
Çok net bir şekilde belirtmek gerekirse kötülere kuduz köpeklere yapılan muamele yani itlaf uygulanmış, bu uygulamanın ise açılımı şöyle ifade edilmiştir.”Zalime merhamet, mazluma zulümdür”.
İnsanların birlikte yaşama serüveni yeni değildir. Şehirlerin tarihi de bayağı eskidir. Lakin dünya artık eski dünya değildir. Özellikle 20. Yüzyılın başından itibaren toplumsal hayat daha önce olmadığı kadar farklı açılımlarla yeni bir hayat tarzının oluşmasına, insani kuralların artık daha yumuşak ve sorun çözmekten uzak halde yaşama müdahil olduğunu görmekteyiz.
Zalime merhamet, mazluma zulümdür düsturunu göz ardı eden bu uygulamalar neticesinde dünya bugün geri dönülmez bir şekilde en aşağılık dönemine girmeye son hızla gidiyor.
Dünya bundan önceki zaman evrelerinde de bir çok vahşete tanıklık etmiştir. İnsanlar köle olarak alınıp satılmış, bugüne göre erken yaşta kız çocukları evlendirilmiş, gücü yetenin gücü yetene her türlü zulmü yaşattığı dönemler elbet olmuştur. Ancak hiçbir dönemde bugünkü kadar aşağılık bir dönem insanlık hayatını tehdit etmemiştir.
Dini kuralların ve törenin tu kaka edilmesiyle dünya daha önce olmadığı kadar karanlık bir dönem doğru son hızla gitmektedir.
Kimse şöyle bir algıya kapılmasın. Bu sadece bizim toplumumuza has bir durumdur. Dünyanın gelişmiş ülkelerinde böyle bir rezalet yaşanmamaktadır diye.
Yok böyle bir şey, oralarda bugün bizim yaşadığımızdan bin beteri yaşanmakta, onlar bugün bizim son yıllarda çok yoğun şekilde karşılaştığımız bu durumla bizden çok uzun yıllar önce tanışmış, hatta kanıksamışlardır.
İşte son zamanlarda hem bu rezaletler yaşanırken hem de tıpkı batıda olduğu gibi bizimde yaşananları kanıksamamız için batı destekli her türlü yayınla, yine batı destekli sivil toplum kisvesi altında faaliyet gösteren kurumlarca çalışmalar yürütülmektedir.
Özellikle internetin hayatımıza girmesi ile birlikte daha önce toplumda kabul görmeyen bir çok husus artık kişisel tercih, insanların özeli gibi kavramlarla ifade edilip, müdahale edilmesinin önüne geçilmektedir.
Maalesef bu konuda bir çok olumsuz adımın atılmasının en büyük nedeni ise Avrupa Birliğine tam üye olma hevesin sonucudur. Özellikle Rahmetli Özal’ın AB’ye tam üyelik müracaatının daha sonraki gelen iktidarlarca da sahiplenmesi, özellikle de 2002 de iktidara gelen Ak Partinin bu konuda seleflerinden daha cevval çıkıp meseleyi sahiplenerek, toplumu da bu konuya yoğun bir destek verir hale getirmesi neticesinde bize göre olmayan, bizi derinden sarsan bir çok husus maalesef Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında hayatımıza dahil olmuşlardır.
Bugün bu konuya kafa yoran bir çok kişi yazmakta, konuşmakta, feryadı figan etmekte, lakin gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar buyruğu sanki bugünler için indirilmiş gibi aile, eğitim, çocuk yetiştirme, evlilik, dini hayat, sosyal medya, internette her türlü pisliğin yağmur gibi üzerimize yağmasına karşı duyarsızlık, hakkı hukuk eliyle tesis etmekle vazifeli kişi ve kurumların liyakatsiz ve aymazlığı bizleri hiç yaşamamamız gereken nice acı olaylarla karşı karşıya getirmektedir.
Gelecek nesillerimizi nasıl koruyup kollayacağımızı umursamadan sadece evrensel sorunlarla uğraşıyor gözükmek, terör ve ekonomik sorunları çözme uğraşları içerisinde elimizden kayıp giden bir gelecekten bihaber kişi ve kurumlar maalesef yine toplumun önceliklerini bahane ederek “bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete” özdeyişi doğrultusunda sonumuzu hazırlama gafletindeler.
Bir konuyu dikkatinize sunmak isterim. Ülkeyi idare edenlerin argümanları toplumun öncelikleri bu yönde bizlerde o öncelikler gereği çalışmalar yapmaktayız şeklindedir. Yani kısaca biz ne istiyorsak onlar o konuya yoğunlaşıyor. Yani ateş düştüğü yeri yakıyor. Üç beş yaşındaki çocuklarımıza yapılan iğrençlik bu toplumun asıl gündemini oluşturmuyor olmalı ki bizi idare etme yetkisi verdiklerimiz de bu konularla fazla meşgul olmuyorlar. Umarım anlatabildim. Artık daha fazla söze ne gerek.
Atalarımız ne demiş “Arif olan anlar”.
Ramazan aslında en çok Müslüman’ın düşünmesi gereken, nedenlerle, niçinlerle iç içe olması gereken bir zaman dilimidir. Biz buna eski dilde tefekkür diyoruz. Yani bir konu hakkında sağlıklı düşünme, bu çerçevede sağlıklı sonuçlara ulaşma ve yine bu doğrultuda bizi yönetenlerden talepte bulunmak.
Yani öncelikle kendi önceliklerimizi bir gözden geçirmemiz gerekmektedir. Dualarımızda da nesillerimizi her türlü kötülüğe karşı koruması için Mevlamıza yakarmayı unutmayalım.
Allaha emanet olun.