Neredeyse bir yıl geçti, camide yatsı namazını kılıp eve gelmiştim. Hava hala çok sıcaktı. Balkona sandalye atıp, televizyonun yönünü çevirip biraz vakit geçirmekti amacım. Nasıl olsa ertesi gün cumartesiydi. Bir atlet bir şort elimde çayımla tam keyif yapacaktım ki kanallar arasında gezinirken CNN’deki görüntüyle sok olmuştum. Askerler, tanklar, alt yazıda bir kalkışma olduğu yazıyordu . Bir öfke seli kapladı tüm vücudumu, aklımı, ruhumu. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Başbakanın telefon bağlantısında söyledikleri ve akabinde sayın Bahçeli’nin darbe karşıtı açıklaması içime biraz su serpti. Ancak sayın Cumhurbaşkanın’dan bir haber yoktu. İçim içimi yiyor, bu durumu bir türlü kabüllenemiyordum. Koca Türkiye Cumhuriyeti devleti nasıl böyle bir duruma düşebilirdi? Devleti korumakla görevli kurumlar ve kişiler nasıl böyle aciz olabilirlerdi.? Saatler gece yarısını bulduğunda Cumhurbaşkanımız cep telefonu aracılığı ile herkesi darbeye karşı durmak üzere şehir meydanlarına çağırıyordu. Hemen kalktım ve bir dakika içerisinde üzerime geçirdiğim bir pantolon ve tişörtle evden çıkmak üzere kapıya yöneldim. Eşimin: Nereye gidiyorsun sorusuna, duymadın mı? Cumhurbaşkanı halkını ülkesine sahip çıkmak üzere meydanlara çağırıyor, dedim. Bu arada büyük oğlumda giyiniyordu Annesi, -Sen nereye gidiyorsun? diye sorduğunda -Oğlum: Babamı yalnız mı bırakayım diye cevap veriyordu. Oğlumla beraber evden çıktık, arabamız yoktu ve evimiz şehire bayağı uzak bir yerdeydi. Yarım saat yürüdükten sonra işyerindeki bir arkadaşın arabasıyla yine işyerindeki başka bir arkadaşı da alarak dört kişi Valilik önüne ulaştık çok şükür. Bugünden geriye dönüp baktığımda; -70’li yılları sağ-sol çatışması ile geçirmiş, 80’li yılların başından itibaren ise bölücü terör örgütü başta olmak üzere farklı bir çok terör örgütünün eylem yaptığı, uyuşturucu trafiğinin doğudan batıya doğru en önemli güzergahlarından biri durumunda olan bir ülkenin, ayrıca komşularla sıfır sorun politikası hedefine rağmen bir çok komşusu ile önemli sorunları olan bir ülkenin istihbarat teşkilatının ihanet örgütünün işgal girişiminden bihaber olması benim gibi sıradan birisinin bile kabul edebileceği bir durum değildir. -Nato’nun en güçlü ordularından birisi olan ordumuzun, bir tane F16 meclisi bombalarken, bir helikopter insanların üzerine kurşun yağdırırken, bir kaç tankla koca İstanbul saatlerce kontrol edilirken, bu hainlere karşı o kriz anlarında insiyatif alarak niçin birkaç F16 havalanmadı, insanların üzerine kurşun yağdıran helikopteri etkisiz kılmak için hiç mi vatan sevgisi ile dolu bir kaç helicopter pilotu emir beklemeden havalanıp hainlere gereken dersi veremedi, bir kaç tankla belli noktaları tutan hainlere karşı gönlü vatan sevgisi ile dolu bir kaç tankçı subay kısa sürede organize olup gerekeni yapmaktan imtina ettiler. Ülkeyi kurtarmak maalesef silahlı güçlere karşı silahsız sivil insanlar ile görevi iç güvenlik olan polislere kalmıştı. O gece darbeye fiilen katılamayan kahraman Türk subayları bir kaç istisna dışında o geceyi nasıl geçirmişlerdi. Atatürkçü olmakla övünen Türk subayı, Atatürk’ün “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur” sözünü de kulak ardı etmişti. Halbuki Cumhurbaşkanı Başkomutan’dı, bu sıfatla yaptığı çağrı öncelikle Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını ilgilendiriyordu, hatta onlar için emir niteliğindeydi. 15 Temmuzun yıldönümünde o gece hiçbir şey düşünmeden meydanları dolduran, kimisi şehit kimisi gazi olan, onların geride bıraktıkları ve vatanı için bugünde hiç düşünmeden canlarını ortaya koymaktan çekinmeyecek vatanseverler adına bir iki soru sormak gerekiyor. -Devletin her türlü ihanet girişimine karşı kendini koruma refleksinin en üst düzeyde olması gerekirken, bugünden o gece yaşananlarla ilgili bir değerlendirme yaptığımda hiç bir plan ve proğramının olmadığını, devletin bir kaos halinde en kötüye karşı bir vaziyet alma durumunun olmadığını görüyorum. Bu topraklarda her zaman kahramanlar çıktığı gibi hainlerde eksik olmamıştır, olmayacaktır. Öyleyse bundan on yıl sonra, yirmi yıl sonra böyle bir ihanete şimdiden set çekmek için gereken tedbirler alınmış mıdır? -Kahramanmaraş meydanını küçük görüp o gece cumhurbaşkanının davetine icap etme ihtiyacı duymayan devlet bürokrasisi acaba Ankara ve İstanbul meydanlarına çıkma konusunda nasıl bir tavır almıştır. Halkın farklı kesimlerinden insanların canları pahasına meydanları doldururken, öncelikle milliyetçi, Atatürkçü olup o gece Başkomutanın talimatına rağmen evinden çıkmayan subay ve astsubaylar ile devletin müsteşar, genelmüdür,daire başkanı, bölge müdürü, il müdürü gibi ünvanlarını işgal edenlerin ne kadarı evinden çıkabilmiştir? Kimlerin bu talimat sonucu evinden çıktığı kimlerin ise istifini bozmayıp bekle-gör politikası ile ülkede yaşananları televizyondan izlemekle yetindiği sorgulandı mı? Devlet kendini ne kadar sorguladı? -Genelkurmay başkanı ve Mit Müsteşarı Genelkurmay karargahında muhtemel bir kalkışmaya karşı tedbirler üzerine çalışırken, en kritik kurumlardan birisi olan özel kuvvetler’in komutanı eşi ile birlikte hainlerin elinden kıl payı kurtuluyordu. Bir başka mekanda ise üst düzey bazı komutanlar düğündeydiler. Disiplin ve organize olma konusunda kendilerine laf ettirmeyen bir kurumun bu durumu kabül edilebilir bir şey midir? Cumhurbaşkanımız “korkalar ve ödleklerle bir yere varılmaz” diyor. Çok haklı, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaksa, öncelikle o gece korkusundan evinden çıkmayan devlet bürokrasisinden hesap sormalı ve korkaklarla yola devam edilmemeli. -15 Temmuz şehit ve gazileri’nin hangi meslekten olduklarıdır. O şehit ve gazilerin içinde mevkii ve makam sahibi kimseler var mıdır? Yoksa hepsi sıradan insanlar mıdır! Bir lider ve sıradan insanlar vatan için canlarını ortaya koyacak, bu ülkenin kaymak tabakası ise herzaman ki gibi bekleyecek ve sonra bol bol ahkam kesecek. Gerçi bu işler hep böyle olur ya! Bu konuda söylenecek çok şey var ama şu özel sözlerle bitirelim. “Bir memlekette iyilerde kötüler kadar, namuslular da namussuzlar kadar cesur değilse o memlekette işler düzelmez” Şimdilik bu kadar, haftaya görüşünceye kadar kendinize iyi bakın.