Kur’anda peygamberlerin ibretlik hikayeleri  anlatılır. Her biri başlı başına hayat dersleri ile doludur. Dün Eyüp(as) imtihanını anlatmıştım. Bugün de H.z İbrahimin hayatından kesitler verip, Nemrutların, Firavunların, Ebu Cehillerin torunlarının bu asırda da var olduklarını, hatta bunların şeytanları bile şaşırtacak kadar entrikalarda rol aldıklarını göreceksiniz… Vaktiyle Mısır halkının başında Kenan oğlu Nemrut adında, zâlim ve sapık bir hükümdar vardır, buna karşı Hz. İbrahim Hak uğruna mücade içinde olmuş. Haşa kendini tanrıların en ulusu sanan ve kulu kölesi bildiği insanları nefsanî hırsları ile zâlim saltanatının esiri ve mahkûmu olarak yaşatan, çılgın hükümdar Nemrut; şeytanlaşmış aklı ile  İbrahim Peygamberin gönülleri tek Allah'a ısıtan güçlü soluğunun yalancı saltanatını temelden sarsmaya başladığını anlar. Böylece İbrahim-Nemrut mücadelesi başlar. Hürriyete, hakikate ve nura susamış ruhların akın akın Allah elçisinin safına katılmaları karşısında, her türlü yıldırım metotlarını denemeye girişen zorba hükümdar, en son olarak Hz. İbrahim'i büyük bir ateş yaktırtarak içine atar.(Şanlıurfa’daki balıklı gölün burası olduğu iddia edilir) Fakat bu denemesinde de başarısızlığa ve hayal kırıklığına uğrar. Çünkü yardımı her yere erişen sınırsız kudretin sahibi Allah (c.c.) ateş yerini nadide bir gül bahçesi haline çevirir. Bu başarısızlığından ve hayal kırıklığından sonra zorba ve küstah Nemrut başka bir metod denemesine kalkışır. Mesele vergi memurları aracılığıyla oralardan gelip geçen güzel kadınları toplattırır. Memurlar yoldan geçen kadınları kontrol ederek güzellerini seçmekte ve kırbaç darbeleri altında zorla erkeklerinin elinden almaktadırlar. Hz. İbrahim'in eşi Sâre, devrinin en güzel ve câzip kadınlarından biridir, ona da çirkinliklerde bulunurlar.  Hikaye uzundur, tabi ki Nemrut bir peygamber eşine ilişemeyecektir. Defalarca kötülüğünün karşılığı felç ve benzeri hastalıklara düçar olur ama tövbesi geniş Rabbim onu bile affeder, sağlığına kavuşur. Hikâyemize devam edelim. Zorba hükümdar Nemrut, bütün vücud azaları eski halini alıp tam sıhhatine kavuşur kavuşmaz Hacer adında genç bir kadını getirerek Sâre'ye hediye eder. Sâre de bu genç kadını eşi İbrahim'e hibe eder… Yani cariyesi olur, sonra eşi. Sonrasını bilirsiniz, Hacer annemizin Mekke’ye gidişini, oğlu İsmail ile orada kalışını, Zemzem suyunun bulunması, hac v.s. Allah şefaatlerini nail etsin.  Firavun’un Musa(as) ve Ebu Cehil’in de Efendimiz ile(as) yaşadıkları malümunuzdur.  Yani her çağda, bir Nemrut ya da Firavun ardır, karşısında ise İbrahimler, Musalar ve Muhammed(as) bulunur. ZULÜM İLE ABAD OLUNMAZ Atalarımız  ne buyurmuş"Zulüm ile abâd olanın, ahiri berbâd olur. Firavunları hatırlayın, Nemrut’un haşa  ilahlık iddiasını ve zulümlerini vicdanı olanlar bugün bile lanetliyor değil mi? Allah’ın apaçık ayetlerini hırs, tamah, hayal, vehim ve zan perdeleriyle perdelemek, kendini bir karanlığa, zulmete mahkum edenlerin sonu hep aynı olmuştur. “Zulüm”ün tam karşılığı “bir şeyi yerli yerine koymamak”tır. İnsan eğer dünyayı fani ve değersiz olan mevkiinden alıp baki ve değerli bir mevkie koyuyorsa zulmediyor, zalimlerden oluyor demektir. Siz bu örnekleri asrımıza taşıyın.  M. Akif Ersoy ne diyor; “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.  Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ... -Boğamazsın ki! -Hiç olmazsa yanımdan kovarım…” İşte mesele bu! Firavun, Nemrut’un torunları bugün de zulüm ediyorlar,  doğru yol üzerine değiller.  Amaçları adaleti tesis etmek, Hak’kı hakim kılmak değil, Allah’ın men ettiği kötülükleri devam ettirmek adına mücadele veriyorlar.  Bizim duruşumuz burada önem arz ediyor.  Zulüm yapanlar karşısında dik durmak ülkümüz olmalı, dolayısı ile zalimin zulmünden Allah’a sığınmalı. Zulmü baş eğmeleliyiz, tıpkı İbrahim gibi, Musa gibi Efendimiz gibi… Tabi ki önce nefsimizin zülmünden kurtulmak gerekiyor, nefsimizi ayaklar altına almayı öğrenmekle işe başlamalıyız. Çünkü kendini düzeltemeyenler, başkasının düzelmesine önderlik edemez. Kalın sağlıcakla.