Kıyametin alametlerini küçük büyük bir çoğumuz duymuşuzdur. Bu alametlere baktığımızda, dünyanın tersine dönüşü diye bir bölüm var. Hep düşünmüşümdür, dünya tersine nasıl dönecek. Allah-u alem, burada bahsedilen dünyanın tersine dönüşü, doğruların tersine dönmesi olsa gerek ki, böyle olduğunda dünya zaten yaşanamayacak hale gelecek ve kıyamet de bundan sonra kopacak... Bu perspektiften baktığımızda, insanlığın sorunu galiba insan olamamak, çünkü insan olmak demek, kalbi ile hareket etmek, yani doğrularla yaşamaktır. İslam dünyası ise aynı bir alem, örneğin ilmi farz kılan dinin mensupları, cehaletle, terörle, geri kalmışlıkla, bölünmelerle anılıyor. Bir başka konu ise güven meselesidir. Çünkü Efendimiziin etrafında, milyonların toplanmasının en büyük nedeni, onun güvenilir insan olmasıdır! Bu konuda sizin için bir hikaye derledim. İnşallah beğenirsiniz. “Putperestlerin baskı ve eziyetlerinden kurtulmak için bir grup Müslüman Habeşistan’a (Bugünkü Etiyopya) hicret ettiklerinde, o zaman henüz İslam’la şereflenmemiş olan Ebu Süfyan ve adamları Müslüman muhacirlerin peşinden oralara kadar gitmiş ve Habeş kralının huzuruna çıkıp, ülkesine sığınan Müslümanları kötüleyerek, onların iadesini istemişti. Sonradan Müslüman olma şerefine ulaşacak olan bu adil kral, işin gerçek yüzünü anlamak için Ebu Süfyan’a çeşitli sorular sordu. Bu sorulardan biri de şuydu: – Onun yalan söylediğine daha önce hiç şahit oldunuz mu?” Ebu Süfyan doğruyu söylemek zorundaydı: –Hayır!” dedi. “Daha önce onun yalan söylediğini hiç görmedik.” Peygamberimiz çok zor şartlarda dahi emaneti iade etme sorumluluğunu asla ihmal etmezdi. Evi, onu öldürmek isteyen putperestler tarafından kuşatıldığında o, Hz. Ali’ye (r.a.) şöyle diyordu: –Bu gece yatağımda sen yatacaksın; ben hicret ediyorum. Bende bulunan emanetleri yarın sahiplerine ver, sonra sen de yola çık! Hz. Peygamber’in kısa süre içinde yüzbinlerce insanın sevgisini ve bağlılığını kazanmasındaki sırlardan birisi, onun güvenilir bir insan olmasıydı. Biz de Allah’ın ve insanların sevdiği biri olmak istediğimize göre, güvenilirliğimize gölge düşürecek davranışlardan uzak durmalıyız. DOST-DOĞRU OLMAK YA DA ANLAMSIZ HAYATLAR Allah’ın Resulü, kendisine Hud Suresi geldiğinde, saçlarım ağardı der. Bu surede kendisine yüklenen misyonun ağırlığı vardır. HÛD-112: Artık sen de beraberindeki tevbe edenler de emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Ve aşırı gitmeyin. Şüphesiz O, yaptıklarınızı görendir. Abdulbaki Gölpınarlı, surenin mealini verirken; “Artık sen, sana nasıl emredildiyse öylece dosdoğru hareket et ve seninle berâber bulunan ve tövbe etmiş olanlar da dosdoğru hareket etsinler ve taşkınlıkta bulunmayın, çünkü şüphe yok ki o, ne yapıyorsanız hepsini de görür. Burada Efendimizle(sav) Müslümanlara büyük bir sorumluluk yükleniyor. Özetle Kur’an-i bir hayat yaşa emri vardır. Şimdi dönüp kendimize bakalım, evliliğimizden iş hayatına, yönetimden, cihada varıncaya kadar kaçımız dost doğru yaşıyoruz? Yaşayanların ellerinden öper, önlerinde saygı ile eğiliriz, Allah onların sayılarını artırsın, bizleri de onların kutbuna yönlendirsin inşallah! Ya yaşayamayanlar, onlar nice ola? Söyleyelim onlar için hayatın bir anlamı yok. Bir insan Allah’a ne kadar yakınsa, o kadar hayattan keyif alır… Diğerleri için hayatın bir anlamı yoktur. Onlar dakikalık zevklerle günlerini gün etselerse, boşlukta yaşıyorlar o kadar…. KALPLER ALLAH’I ZİKİR ETMELİ Kİ HUZUR GELMELİ Kuran da “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalbleri yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur, buyrulur.(Rad)Ümit Şimşek mealini verirken, “Onlar, iman eden ve kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşan kimselerdir. Bilin ki kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.” Şimdi hemen yeri gelmişken yazalım, bir evde Kur’anı hayat varsa orada huzur vardır, bu bütün sosyal hayat için geçerli bir hükümdür. Savaşları, açlıkları, kaygıları orkadan kaldıracaksak, bundan başka çıkar yolumuz yok. Kalın sağlıcakla.