Gazetede yazmaya başladığım ilk yıllarda, yazılı basın dördüncü güç derlerdi. Şimdi, birinci güç olduğunu iddia ederler bile var… O günden bu yana çok şey değişti. Artık, yazılı basın yerine internet üzerinden yapılan haberleşme ağlarına bıraktı. Şimdilerde, sosyal medya üzerinden haberleşme o kadar yaygınlaştı ki, dünyada olup bitenleri, kuş uçmaz, kervan geçmez köylerde bile insanlar izler oldu. Peki bu değişim bize neler getirdi? Çok şey getirdi, çok şeyde götürdü. Aslında büyük bir nimet ancak her nimet gibi internet kullanımını yanlış yaptığımızda külfetleri de oluyor… Bu konuda çok şey yazılabilir, ancak yakın çevremde gördüğüm kadarı toplum çok ciddi değişti. Bu alanda da kötüler ve iyilerin yarışı sürüyor… Bu bağlamda, geçen hafta facebook üzerinden dostların paylaştığı iki hikayeyi sizlerle paylaşıp, sonra yorumumuza devam edelim.   HABİB BABA “Habib Baba, IV. Murad Hân devrinde, kimsenin bilmediği Allah dostlarındandır. Yaşlıdır, fakirdir, gariptir. Uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul’a gelmiştir. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için bir hamama gider..Fakat o gün hamam Vezirler tarafından kapatılmıştır. Hamamcı onu içeri sokmak istemez. Rica, minnet eder, yalvarır... “Bu tozlu bedenle Rabbime ibâdet ederken utanıyorum.” der. Hamamcı dayanamaz, kabul eder... Bir oda göstererek der ki: “Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki vezirler, senin farkına varmasınlar.” Habib Baba sevinerek kendine gösterilen yere girer. Yıkanmaya başlar... Bu arada yeni bir müşteri belirir. Boylu, poslu, genç, yakışıklı biridir. İkinci müşteri, kılık değiştirmiş, IV. Murad Hândır. Vezirlerini merak etmiştir. Hamamcı, Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, der ki: “Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de gir yanına!.. Sessizce yıkanın, bir an evvel çıkın!..” Murad da Habib Baba’nın yanına girer. Sessizce yıkanmaya başlarlar. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen şarkı, türkü sesleri ortalığı çınlatmaktadır. .. Habib Baba kendi gibi fakir bir delikanlı zannedip konuşur: “Evladım, sırtın fazlaca kirlenmiş, müsaade edersen bir keseleyivereyim.” Padişah, büyük bir haz duyar. Çünkü ömründe ilk defa biri, Padişah olduğunu bilmeden, karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmektedir. Memnuniyetle Habib Baba’nın önünde diz çöker. Habib Baba, Sultan Murad’ın sırtını bir güzel keseler. Padişah kuru bir teşekkürle yetinmek istemez. “Baba, gel bende senin sırtını keseliyeyim de ödeşmiş olalım.” Habib Baba, “Olur evlât” deyip sultanın önünde diz çöker. Sultan Murad kese yaparken; “Baba, görüyor musun şu dünyayı... Sultan Murad’a vezir olmak varmış... Bak adamlar içerde hamamı inletiyorlar. Habib Baba; “Be evladım, Sultan Murad dediğin de kimdir? Sen asıl Âlemlerin Sultanına kendini sevdirmeye bak ki, O seni sevince sırtını bile Sultan Murad’a keselettirir. Bu hikaye Ekrem Arslan’dan dı, aşağıdaki ise Bünyamin Günal ağabeyimden.   HER ŞEY BİLİNMEZ İmam Ebu Yusuf’tan birisi öğrenmek maksadıyle bir konu sorar. O da bilmiyorum, araştırayım der. Bu defa adam, mademki bilmiyorsun, ne diye devlet hazinesinden maaş alıyorsun hocam der. İmam Yusuf ise şu cevabı verir: Ben, bildiklerim için maaş alıyorum, bilmediklerim için alsaydım, hazinede para kalmazdı, der.” Görüldüğü gibi bu iki değerli insan, alıntı yaparak paylaştıkları hikayelerle, insanlara doğru mesajlar vermeye çalışmış. Burdan yola çıkarak şunu söylemek istiyorum. Sosyal medyayı amacı doğrultusunda doğru kullanmak gerek. Öyle yediğiniz, içtiğiniz şeyleri değil, zihninizi ve kalbinizi aydınlatan mesajları bizimle paylaşırsanız çok iyi olur. Hadi kalın sağlıcakla.