Çok garip duygular sarıyor tüm benliğimi. Bir yıl içerisinde geldiğimiz nokta inanılmaz. Biraz düşünüp durumu farklı açılardan değerlendirmeyi istedim, bakalım ne kadar isabetli yaklaşımlar sergileyebileceğim.
Geçen yıl tıpkı bu yıl gibi tam kapandık. Eş dost derken anne baba,bacı kardeş’i de unuttuk. Aman kimseye gitme, aman kimseyle görüşme, evimize hastalık getirme diyen ev ahalisi bir yandan, “Hayat eve sığar” sloganıyla maske, mesafe ,hijyen uyarılarıyla kapattılar dört duvar arasına.
Önce köylerimizden, kasabalarımızdan şehirlere tıkıştırıldık. Şimdi de beton yapılarda mahpus hayatı yaşar olduk tüm ülke olarak.
Bir an açık cezaevleri ve orada gün sayan mahkumlar aklıma geldi. Onların yaşam koşulları ile kıyasladım . Orada ki insanların bizden daha rahat ve özgür bir hayat yaşadıkları kanaatine vardım.
Muhtemeldir ki yarı açık cezaevlerinde maske mesafe gibi kurallar yoktur. Farklı amaçlı atölyelerde hem vakit geçirip hem de bir şeyler üreterek akşamları başlarını yastığa koyduklarında eminim ki bizden daha kaliteli bir uyku uyuyorlardır.
Tam bunları düşünürken bir deli fikir doldu gönlüme. Çok absürt olarak görmezseniz sizlerle paylaşmak isterim. Şöyle ki; Açık ceza evleri modelini tüm şehirleri kapsayacak şekilde genişletmek, yani şehirlerde yüz binlerce insanın ister bir şey üretme ve karşılığında para kazanma şeklinde isterse de hobi olarak kişinin tıpkı spor salonlarına para ödeyerek spor yapması gibi bu merkezlere kayıt olarak vaktini daha sağlıklı bir ortamda moral değerleri yıpranmadan geçirmesini sağlamak.
Neyse; Demiştim ya absürt diye.
Gelelim bu eve kapatılmanın bir başka yönüne. Son yıllarda özellikle akıllı telefonların da yaygınlaşmasıyla hemen herkes’de bir şikayet. Vay efendim çocukları göremez olduk, odasına kapanıyor. Vay efendim çocuklarımızın kimlerle irtibat kurduğunu bilemediğimizden sürekli acabalarla geçen saatler vs. vs.
Yıllar önce tüplü televizyon bozulduktan sonra yeniden televizyon almadım. Bir süre önce aklıma televizyonun başında ailece beraber vakit geçirdiğimiz zamanlar geldi. Sonra baktım evdeki duruma, sadece gençler değil biz anne babalar da elimizde akıllı telefon, kim ne paylaşmış, aklımızın ucundan bile geçmeyen dünyanın diğer diyarlarından belgesel tipi paylaşımlar. Her çeşit müzik bir tıkla elinin altına gelmiş. Sanki mübarek olmuş tek kişilik bir dünya.
Hemen karar verdim ucuz yollu da olsa bir televizyon alayım da belki hepsi olmasa da bazıları bazı programlar vesilesiyle bir araya gelir diye. Ancak nafile. Meğerse o köprünün altından çok sular akmış. Eski çamlar bardak olmuş da benim haberim olmamış.
Neyse olan paramıza oldu. Kimsenin televizyon izlediği falan yok.
Sonra benim beyin dank etti. Yahu dedim bu televizyon, internet ve cep telefonunun biran için icat edilmediğini varsaydım ve bu kapanma döneminde evlerde nasıl vakit geçerdi, ne ederdik. Her halde bir süre sonra evlerde nahoş şeyler sanki bir salgın gibi tüm ülkeyi etkisi altına alırdı. Muhtemeldir ki bu nedenle toplumu evlere kapatanlar derhal kararlarından vazgeçer ve böyle olacağına insanlar virüsle ölsün daha iyi derlerdi.
Demek ki neymiş efendim; Televizyon, internet ve akıllı cep telefonları şu an için birer nimetmiş. Kıymeti biline.
Umarım ki bu kısıtlı hayat bir an evvel sona erer. Bana sorarsanız bunlar birer alıştırma, daha başka dayatmalara hazır olmak lazım. Dünya artık başka türlü idare edilmek isteniyor.
Yıl 1986. Bundan 35 yıl önce. O yıllarda Kale dibinde PTT’de memuriyetin ilk yılları. Birkaç arkadaş gece yarısı sohbet ediyoruz. O yıllarda Özal’ın estirdiği hava ile her şeye ekonomi gözüyle bakılan yıllar. Sohbet arasında şöyle bir cümle sarf etmiştim: Türkiye bir gün 100 milyar ithalat, 100 milyar dolar’da ithalat yapacak hale gelecektir.( O yıllar Türkiye’in ithalat ve ihracatının toplamının 20 milyarı doları bulmadığı yıllar). O cümle şöyle devam ediyordu. Ancak biz her şeyi parayla ölçmeye devam edersek farkında olmadan çok şey kaybedeceğiz. Ve bu kaybettiklerimizi 500 milyar dolar harcasak da geri getiremeyeceğiz.
Şu an da tıpkı o yıllar gibi. Öyle çok şey hayatımızdan çıkıyor ki emin olun asla geri dönmemek üzere.
Örnek: Bu yılda geçen yıl olduğu gibi bayram yapamayacağız.
Bu nedenle henüz vakit varken aklımızı başımıza almak gerekiyor. Her meselede olduğu gibi batının peşinden mi gideceğiz. Yoksa her türlü sevinçte, kederde , insanlığın geleceği ile ilgili alınacak kararlarda kendimize has milli çözümler mi üreteceğiz?
Bu gidiş doğru bir gidiş değil. Allah (cc) Encamımızı hayreylesin.
Kalın sağlıcakla…