Tarihin çeşitli devirlerin de bu ırkı ve siyasi çalkalanmalar çok sık görülmüştür. Sonun da kazanandan çok hep toplumlar zarar görmüştür. Birçok masum insan, suçsuz yere ölmüş yahut sıkıntı çekmiştir. İnsanların sürekli hep kendilerini haklı, karşıdakini haksız telakki etmelerinden dolayı bu sorunlar devamlı yaşanmıştır. Bu yanlışı önlemenin çarelerinden biri şudur. Hatasız insan olmaz. Sürekli kendini haklı görmek zaten büyük bir hatadır. Meşhur şöyle bir kural var. “ İnsan demeli ki; benim mesleğim, görüşüm, doğrudur ve haktır diye bilir. Ama yalnız benim ki haktır diyemez.” O zaman büyük haksızlık yapmış olur. Çünkü doğruya ve hakka giden çeşitli yollar vardır. Biri kapanacak olsa diğerinden gidilir. Bu bir sari hastalık gibi uzayıp günümüze kadar gelmiştir. Hatta güç kaybetmemiş aynı hızla devam etmektedir. Bunun çok örnekleri var. Ben bir örnek tarihten, bir de günümüzden bir kıyaslama ile açıklık getirmeye çalışacağım. Hz. Osman zamanı, onu istemeyen bir gurup, halifelikten azletmek için çeşitli kumpaslar kurmaya başlarlar. Bahanelerinden bir tanesi ; Hz. Osman Emevi sülalesindendir. Hz. Ali ise Haşimi sülalesinden. Haşimi olanlar Halifeliğe Hz. Alinin daha layık olduğunu düşünerek onudestekleyerek, halife olması için gizli gizli mücadeleye başlarlar. Bir bakıma burada bir ırkı üstünlük mücadelesi baş gösterir. Peygamberimiz ( sav) sağlığında bunu yasaklamasına, hatta “ ayağımın altındadır “ demesine rağmen, sanki unutulmuşçasına filizlenmeye başlar. Birgün Hz. Osman hutbe okurken, mescidin içerisinden bir grup ayağa kalkarak, konuşmasını kesmesi için ona bağırmaya başlarlar. Hatta daha da ileri giderek, kes sesini diye onu taşlamaya başlaralar. Daha sonra onu mescidin içerisinde iyice hırpalayıp, yara bere için de bırakıp giderler. Evine zar zor gidebilen Hz. Osman hastalanarak yatağa düşer. Onlar Halifeye o kadar kızmışlar ki, onu eve hapsedip, yanına kimsenin gidip gelmesine de izin vermezler. Onu orada aç ve susuz bırakıp öldürmek niyetindeler. Durumu görüp acıyan, Peygamberimizin Hanımı Ümmü habibe, iki kırba su doldurup ona götürmek ister. Yolda onu görünce dönmesini söylerler. Ümmü Habibe diretince onu da tartaklayıp kırbasını parçalayıp atarlar dönmek zorunda kalır. Hz. Talha onlara ; sizin Rasulullah’ın hanımınada mı saygınız kalmadı der. Devamında ; Allah Rasulü bir gün şöyle demedi mi diye şunu söyler: “ Ahirette her Peygamberin bir arkadaşı olur, Osman da benim arkadaşımdır, demedi mi ? Yine bir gün herkes halka olsun arkadaşının elini tutsun dedi. Rasulullah da gidip Hz. Osman’ın elini tutmadı mı der. Der ama gözünü kan bürümüş bir grup asiler onu da dinlemez. Israrla kendi sülalesinin Halife olmasında diretirler. Daha da ileri giderek, Hz. Osman’ın evini basarak, kapıyı kırıp içeri girip onun şehadetine kadar vardırırlar. Bir ramazan günü, ikindi vakti, o Kur’an okumaktadır. Tam osırada asiler onu hançerleyerek şehit ederler. Vücudundan akan kan şu maal de bir ayetin üzerine damlamaktadır. “ Allah sana kafidir” Yani; Allah sana yeter, denmektedir. Bu olaydan sonra ortam durulmaz, aynı fikir ayrılıkları devam eder. Daha sonra olay Hz. Alinin de şehadetine kadar gider. Sonuç olarak şunu anlıyoruz ; Irkcılık ve gözü kapalı kör siyaset, Hep kendi haklı ve doğru kabul etme, topluma sürekli zarar vermiştir. Günümüzde de bu hastalık aynen devam etmektedir. Muhalifinde olan ağzı ile kuş tutsa, yine karşıdakine yaranamıyor. O adeta düşman gibi görünü yor. Bu da bölünmelere, iç çekişmelere ortam hazırlıyor. Günümüzde ki en kötü hastalıklardan biri de budur. Dışarda ki Ülke düşmanlarının da ekmeğine yağ sürüyor. Olan hep bize oluyor. Ülke içerisinde yaşayan tüm halkları bir bütün olarak, eşit vatandaş olarak kabul etmedikçe, İçteki suyu bulandıran hainler ve dışarda fırsat bekleyen leş kargaları hiç eksik olmayacaktır. Rabbim bu Millete birlik ve beraberlik şuuru ihsan eylesin. Kainat’ın sahip ve yaratıcısına emanet olun.
Ahmet OĞUZ