Önceki akşam, değerli dostum İbrahim Çakmak, telefonla arayarak, Gaziantep ve çevre illere tur düzenlediklerini, özellikle Halfeti’yi gezerken, Kahramanmaraş’ın barajlar şehri olduğunu, ancak Halfeti gibi turizm potasiyeli olacak bir çalıışma yapılmamasından dolayı üzüldüğünü, yetkililere bu konuda çağrı yapmamı istedi.
Eyvallah!
Böyle ait olduğu il için çabası, fikri ve projesi olan insanları ben seviyorum; çünkü bu arkadaşlarımız şehrin sakini olmak yerine, sahipleniyorlar. İşte bizim böyle insanlara ihtiyacımız var. Bu bağlamda, böyle Maraş için fikri olan kardeşlerimizin önerilerini bekliyorum.
Değerli dostlar, biz bu şehrin, bu ülkenin evladıyız ve tüm bu okurlarımız gibi dertli olduğumuz için düşünüyoruz ve yazıyoruz. Bir nevi bu köşeden sizlerin sesini yetkililere duyurmaya çalışıyoruz. Duyan da oluyor, duymayanda, ancak duyanlara teşekkür ediyor, duymayanlarında Allah basiretini açsın diye dua ediyoruz.
Neyse, gelelim konumuzu. Halfetiye bende üç defa gittim, evet baraj, doğal güzellik ve tarih bir araya gelmiş. İnsan akıyor adeta o böygeye.
Bizim barajlarımız inanın Halfeti’den daha güzel, üstelik doğal güzelliklerimiz daha zengin, ancak bizde proje adamı yok, niye bilmem. Derler ki, Malik Bin Ejder beddua etmiş. Öyle veya böyle, Antepli bizden önde gidiyor. Helal olsun! Biz turizimde yaya kaldık, çünkü turizmin tadını alamadak, aldırmadılar!
Ama hakkını inkar etmemek gerek, bizim yöneticilerimizde son yıllarda bu işin sancısını çekiyor ve ciddi çalışmalar yapıyorlar, özellikle yerel yöneticilerimiz. Şimdi Millet Bahçesi için kollar sıvanmış. Tekke için geri dönüşüm çalışması hızlandırılacakmış, mış diyorum reklamlarını gördüm, başka bilgim yok. Ama bizim bütün barajlarımızın çevresi turizme açılmalı, yat gezileri düzenlenmeli, yöresel yemekler burada servis edilmeli…
Bekliyoruz.
TUVALET EDEBİYATI
Yine Pazar sabahı arayan yol arkadaşım, Eğitimci Yazar İbrahim Gülsu tuvalet edebiyatından vazgeçmeyen cahillerin, biz üst basamağında yer alan ‘aşkını’ duvar edebiyatında utanmadan yazanlara kızgınlığını dile getirerek, bu konuda da bir köşe yazısı yazmama rica etti.
Bizler okuyucularımıza söylediğim gibi kulak veriyoruz, öneri ve eleştirilerini dikkate alıyoruz. Doğru, neredeyse bütün duvarlara ne olduğu belirsiz bir gurubun ipe sapa gelmeyen yazılar yazdıklarına şahit oluyoruz.
Bunu niye yaparlar? Araştırdım deniyor ki; “Türkiye’de 60’lı yıllar, tıpkı dünyada olduğu gibi, özgürlük taleplerinin dile getirildiği, siyasi hareketlerin yoğunlaştığı bir dönem olmuştur. Dünya ekseninde olduğu gibi politik taleplerin yoğunlaştığı, muhalif seslerin yükseldiği bu dönemde, duvar yazıları sıkça kullanılmıştır. Modern anlamda kullanılan grafiti ise Türkiye’de ilk kez 1985 yılında “Turbo” imzasını taşıyan grafitilerle görülmüştür. Modern grafitinin Türkiye’ye taşınmasında Almanya’da yaşayan/yaşamış Türkiyeli gurbetçiler ve onların etkilendikleri hip hop kültürü etkili olmuştur (Bal, 2014
2013’te yine Gezi eylemleri sırasında yükselişe geçen ve sonrasındaki yıllarda da etkili olan “şiir sokakta” hareketini bu duruma örnek olarak gösterebiliriz.) (Kay; Selen Ünal Ege Üniver)
Bence de, duvar yazıları içine kapanık, kendini ifade edemeyen toplumların dışa vurumları diye düşünüyorum…
Sosyal mesajlar belki anlaşılır, ancak insanın bir başka arkadaşına duyduğu ilgi duvarlara yazılmamalı diye düşünüyorum.
Duvar yazılarına ilişkin birçok çalışmanın alt metninde birbiriyle ilişkili ve benzer mesajlar vardır. Sonuç olarak denilebilir ki, duvar yazıları, toplumların içinde bulunduğu durumu, o toplumun ekonomik ve politik iklimini, kişilerarası ve gruplararası ilişkilerini, duvara yazan insanların otoriteyle olan ilişkilerini hatta kabaca, dünyayla olan tüm ilişkilerini yansıtan bir aynadır….
Peki kalın sağlıcakla.