Bence yazmak önemli bir hizmet. Bahsettiğim yazmak toplumsal değerleri kapsamalı ve okuyucuyu iyiye güzele, doğruyu yönlendirmeli onun dertlerini dile getirmelidir. Yoksa toplumdan uzak yazılar sadece kişinin enesini cilalar o kadar…

Bu nedenle olsa gerek, şairler şiirleri ile toplumu açılmış, edebiyatçılar ise roman ya da hikayeler yazmışlar. Öyle ki eskimeyen düşünürlerimiz edebiyatı çeşitlendirmişler. Daha çok da şiir yazmışlar.

Açılım; “Divan edebiyatında bir gelenek vardı; her şair divanını oluştururken mutlaka içine, Peygamber’imize övgü şiiri olan bir “na’t” koyardı. Yüzyıllar boyunca devam eden divan geleneğinde bunun tek istisnası, Şinasi olmuştur.

Şinasi, yazmış olduğu şiir kitabına (divanına) Peygamber’e Na’t yerine “medeniyet resulü” dediği “Büyük Reşit Paşa”ya “na’t” yazdı. Böylece sevginin ve sevgilinin yönü Medine’den, bir Batı hayranı olan Reşit Paşa vasıtasıyla, Paris’e kayıyordu. Şinasi, bizde Batı’ya açılan ilk pencerelerden biridir. Şiirin yurdu olan gönlü Batı’ya açınca, içine Batı dünyasının sonu gelmez endişeleri, trajedileri girdi ve böylece kalp sonsuz mutluluğa kapanmış oldu. O gün bugündür gönül dünyamız bir türlü coşmuyor; çünkü içindeki pınarlar kurudu, içi taş-toprakla ve hatta yeis (ümitsizlik) ile doldu…

BATI EDEBİYAT FARKLI

Batı edebiyatı ise bir endişe ve itiraf edebiyatıdır. Bu, onun kültürel değerleri ile  bizimkisi örtüşmemektedir.

Hıristiyan inancında, günah işleyen birey günahını affettirmek için (kilisede) papaza tüm günahlarını itiraf eder; papaz da onun günahlarını çıkarır. Birey, böylece biraz hafiflemiş olur. Olur, ama papaza mahküm olur.

Roman, bir itiraflar meşheridir. Sırların deşifre edildiği metinlerdir. Bu nedenle, insanın nefsine hoş gelmektedir; çünkü insan nefsi, gizli olana meyyaldir.( Bizim inancımızda örtmek vardır)Roman, insanın nefsine hitap ettiği sürece, kendi içinde başarılıdır. Onun yapısında bu vardır…

Roman, zihinsel kıyamettir aynı zamanda; çünkü o, sırları deşifre edendir. Bu nedenle roman, bizim miri malımız olamaz.

ŞİİR BİZDENDİR

Şiir ise öyle değildir. O, sembolik bir dil kullanır; sırrı deşifre etmez. Öyle bir dil geliştirir ki, bu dili, yalnızca ona aşina olanlar çözebilir. Namahrem olanlar, onun sır dünyasına giremez; çünkü şiir namahremi kabul etmez. “Yüzünde göz izi var, sana kim baktı yârim?” Halk şiirinin bu mısraı bile medeniyetimizin maverai yapısını anlatmıyor mu?

Sevgi, mahremiyeti de içinde barındırır. Batı’da sevgiye rastlamak zor olduğundan, orada mahremiyeti aramak boşunadır. Mahremiyetin olmadığı yerde ise, mahrumiyet vardır. Bu mahrumiyetin adı, sevgisizliktir, aşksızlıktır ve bunların doğal sonucu da bencilliktir. Bencilliğin geldiği durak ise savaştır ve bu kaçınılmazdır.

Doğu, aşkını kaybettiği zaman yoktur. Batı da aşkını bulduğu zaman, “Batı” olarak kalamaz. Çünkü Batı’nın serüveninde, küçük tanrılardan Promethe’nin, gökyüzü tanrıları uyurken gizlice onlardan ateş çalarak insanlara bu ateşi armağan etmesiyle, gökyüzü tanrılarının Promethe’ye savaş açması yatmaktadır. Bu nedenle batı dünyası savaş dünyasıdır, trajik bir dünyadır. Oysa sonsuzluğu içselleştirmiş, dolayısıyla da sevgiyi sonsuzluğuna köprü yapmış bir Müslüman’ın trajedisi yoktur, olamaz; çünkü onun ruh kodları sonsuzluğa açılmaktadır.

Roman dedik, bu trajik dünyanın malıdır. Bu nedenle ilgiyle okunur. Şiir ise, asude bir gönlün sonsuzluğa akışıdır. Onu sadece gönül taşıyanlar anlar.

Mevlana’nın Mesnevisi niçin ölümsüz bir eserdir? Yunus, asırlar boyu niçin dilden düşmemektedir? Yazmış oldukları her satırdan sevgi damladığı için. Yeryüzünde en evrensel kavram sevgidir. Onun bittiği yerde hayat biter.(Kaynak D.Ali Daşçı)

Gördüğünüz gibi şiir bize daha yakın, edebiyat uzakta; ancak derin ki insanlar tek okunsunda roman okusun, yeni nesil bunu da yapmıyor.

Yine şiir yazan, denemeler yapanlara derim ki, ne kadar uyumsuz ve derinliksiz olsa da yazma denemelerini bırakmayın. Çünkü, hem yazmak, hem okumak kutsala götürür bizi..

Kalın sağlıcakla.

Şimdi biz, bu topraklarda bir edebiyat geliştireceksek, bu, sevgi temelinde büyümelidir; çünkü bu toprakların kültürel hamurunda sevgi vardır.

Demek istediğimiz şudur: Şiir, tekrar öne çıkmalıdır. Bunun için hem geçmişin dilinin şifresi yakalanmalı hem de çağın dilinin nabzı tutulmalıdır. Yani, bu dil ve anlayış, gelenekten ilham alarak geliştirilmeli ve geleceğe de nefes vermelidir; çünkü geleneği olmayanın geleceği de yoktur.