PAPAZ HASAN Osmanlı’nın son döneminde Halep’te ramazan ayında sigara içen bir adamı zabitler çevirir ve neden oruç yediğini sorar. Durumun önemini kavrayan adam kendini kurtarmak için, Ben Hristiyanım, der. Çevredekiler de zabite “Bu adam Hristiyanmış, papazmış” derler. Bu olaydan sonra Koçdağ Oymağına Papazlar denir olmuştur. Kuvayı Milliye önderlerinden olan bu kişi Tapo Halil Ağa’dan başkası değildir. Ben onun oğlu Hasan’ı tanıdım. En çok Hasan Ağa’ya papaz denmiştir. Köyünden çıkarak Maraş’ta ve Gaziantep’te yaşamasına karşın sanayi atılımını gerçekleştirememiştir. Halil Ağadan çok daha fazla gönül yapmış, yoksulu kollamıştır. Kendisiyle alışveriş yapanları kollamış onların zararlarını kapatmış dahası açıktan destekleyerek onlara kazanç bile ettirmiştir. O ve onun izinden giden çocukları ülke birliği ve kardeşlik konusunda emek harcamışlardır. Ama onun gerçek ünü alışverişlerinde ve ikili ilişkilerindedir. Koçdağ Ailesine geçmişte Dulkadirli Sarayından bir gelin gelmiştir. Bu nedenle bu aile Dulkadirli erkeklerine hep dayı demektedir. Bir gün ilin valisi köy gezileri sırasında Papaz Hasan’a konuk olur. Sofra hazırlanır ama bir türlü yemek başlamaz. Vali biraz da kızgın bir deyişle bunu sorduğunda, dayımız burada o gelmeden yemeğe başlayamayız, yanıtını verirler. Oysa onların dayı dedikleri Dulkadirli soyundan gelen valinin şoförüdür. Vali, yahu o benim buyruğumda çalışan biridir, dediğinde Papaz Hasan’dan “Beyim siz devletin büyüğüsünüz ama o da bizim dayımızdır, bizim büyüğümüzdür” yanıtını alır. Valinin şoförü ise o ana dek onlarla bir akrabalıkları olduğunun ayrımında bile değildir. ALAMAN AHMET Kurtuluş Savaşı öncesi yurdumuzu işgal eden Batılılar amaçları doğrultusunda okullar, yetim yuvaları, kiliseler yapmışlardır. Buralarda kendilerini sevdirmek, kendi uluslarına ve kendi dinlerine yeni üye bulmak için çabalamışlardır. Bu okullara ve yurtlara genelde Hristiyan çocuklarını almışlar ve oraları bir kalkışma yuvası yapmak istemişlerdir. Alman Yetimevine az da olsa Türk çocukları da alınmıştır. Kurtuluş Savaşı sonrasında bu çocuklar eğitildikleri ulusların üyeleri olarak Batıya götürülmüşlerdir. Yetim Ahmet Batıya gitmemiş ya da götürülmemiştir. Biz onu postane içinde ya da kapısı önünde bir tür arzuhalcilik yaparken tanıdık. Çok süslü bir yazısı vardı. O denli süslü idi ki kimileyin okunmakta güçlük çekiliyordu. Bu yüzden postane çalışanlarıyla arası açıktı. Yabancı dili Almanca olan öğrencilerin ev ödevlerine yardımcı olurdu. Okuma yazmanın artması ile arzuhalcilik gözden düştü. Onun çocukluğunda öğrendiği Almanca da giderek değişmişti. Bu sessiz, gizemli, yalnız ve beyefendi bir kişi olan Alaman Ahmet bir dönem Maraşımızda iz bırakıp göçüp gidenlerden biri olmuştur. VAHİT HOCA Vahit Hoca bizim ilkokul öğretmenimiz. Kendisi Mardinli, eşi ise Tekirdağlı idi. Vahit Hoca hep birinci sınıfları okuturdu. Eşi ise dört yılda bir onun ikinci sınıfa geçirdiği öğrencileri alır onları mezun ederdi. Yani o da hiç birinci sınıf öğrencilerini okutmazdı. Ben ikisinde de okudum. Vahit Hoca çok iyi Fransızca ve Arapça bilirdi. Yıllar geçtikten sonra uzmanlık sınavına giren doktorlara İngilizce ders verdiğine göre çok iyi de İngilizce biliyordu. Ortaokullara Fransızca dersine de girerdi. Kızdığı öğrencileri döverdi. Onu eğitimin bir parçası gibi görürdü. Sevdiği öğrencilere takılır onlara da ufak tefek tokatlar atardı. İlkokulda en çok dayağını yiyenlerden biri bendim. Bir gün gevezelik edenlerin ensesine usuldan birer tokat vurmuş en son da bana bir tane patlatmıştı. Benim daha yeni geldiğimi söyleyen öğretmenime (eşine) ise, o yolda gelirken gevezelik etmiştir, dediğini anımsıyorum. Vahit Hoca çoğunlukla Şekerli Camisinde namaz kılardı. Bunu şunun için anlatıyorum. Maraş’ta orta okullara yabancı ders olarak Fransızca konulunca, bunlar bizi gavur edecek, diye okullara öğrenci vermekten cayılmış. Bir de okulların okumaların karşıtı olduğu gibi bir önermeyi halk çok benimsediği için çocukları okullara göndermek istemiyorlarmış. Buna o yıllarda zanatkarların memurlara göre daha çok para kazandıkları eklenince çocukların okullara gönderilmesi iyice bir sorun olmuştu. İşte böyle bir çağda Vahit Hoca iki abimi bir ablamı sonra da beni okullu yapmıştı. Vahit Hoca bizim gibi nicelerinin öğrenim görmesine neden olmuştur. Biz bir örneğiz, o bizim gibi nice kişilerin aydınlanmasına ve meslek edinmesine neden olan kişidir.  Onun gibi öğretmenler hem çocuklar hem de onların ailelerini eğitmiş oldular. Uzun yıllar Maraş’ta kalan Vahit Hoca yoksul köylülere kefil olmaktan evine para götüremez olmuştu. Evi eşinin kazancı ile çevirir olmuşlardı. Buna önlem olarak esnaf Vahit Hocanın kefilliğini kabul etmez olmuştu. O buna da çok içerlemişti. Onun oğlu bizden iki yaş küçüktü. Kızı ile sınıf arkadaşı idim. Emeklilik yıllarında İstanbul’a taşındı ama Maraş’la ilişkisini hiç kesmedi. Bir gün İstanbul’da bir hastanede bir doktor arkadaşın odasında karşılaştık. Beni görünce yanaklarımdan öptü, bana sarıldı. Biraz konuşmaya başladıktan sonra gözyaşlarını tutamaz oldu. Onu zor dinginleştirebildik. Ayrılırken bana “Maraş’ta şuna şuna, şunlara şunlara, dağına taşına, Maraş’ın kurduna kuşuna, ağacına toprağına, ağaçlarının dallarına, dallarındaki yapraklarına teker ter selamlarımı söyle, demişti yalvarırcasına ve de ağlayarak.